Özgül Yıldızer
Gecekondulardaki
yaşamı anlatan kitaplar yazdığı için “Gecekondu Ağası” diye de anılan Öykücü
Kemal Ateş’in öykücülüğünün 30’uncu yılında “Küskün Fotoğraflar” isimli 10’uncu
kitabı İmge Yayınevi tarafından basıldı. Kitapta 7 öykü yer alıyor.
Ateş, kitabında,
kendine bilim insanı, sanatçı diyen, isim-ünvan sahibi olan/yapılan insanların
iktidar kavgalarıyla dolu dünyasına adeta çomak sokuyor.
Üretmeyen
sanatçılar derneği
Kitabın ilk öyküsü
olan “Sanat Tutkunları Derneği”nde, bir “sanatçı” derneğinin başına gelenler,
derneğe sık sık giden bir adamın gözünden anlatılıyor.
“Üretmeyen
sanatçıların mekânı” olarak tanımlanan dernek, “seçim yitirmiş
milletvekillerini, kızağa çekilmiş bürokratları, üniversiteyle arası açılmış
öğretim üyelerini” de konuk ediyor. Yenilgi ve umutsuzluğun bir ideoloji olarak
yeniden üretildiği kahvelerin, dernek lokallerinin görünümüne birebir uyan bu
betimlemeler, Ateş’in içten anlatımıyla okurun gözünde canlanıveriyor. Her
yerde olduğu gibi üretimin olmadığı bu dernekte de, insanlar eğlenmek, vakit
doldurmak veya iktidarı sağlayarak kendilerini tatmin etmek için yer alıyor.
Aralarında en dürüst ve çalışkan olanları bile bir süre sonra ya teslim
bayrağını çekiyor, ya da giderek “içten kemirenlere” benziyorlar. Derneğin
eşyalarının dışarı atılması ile başlayan öykü, o güne nasıl gelindiğini adım
adım anlatıyor. Dernek içinde yaşanan “güdümlü bir dernek olmama” tartışmaları,
derneğin yaptığı tek çalışmanın ödül vermek ve geziler düzenlemek olması,
çalışmak isteyenlerin bir şekilde yönetimler tarafından engellenmesi, derneğin
bayağı kadın-erkek ilişkilerinin kurulmaya çalışıldığı bir ortam halini alması
gibi olaylar, bugün de “büyük” misyonlarla kurulan, kendi kimliğinden
uzaklaşmış, “dostlar alişverişte görsün” mantığı ile hareket eden “sivil
toplum” örgütlerine hiç de uzak değil.
“Kardeşini Yitiren
Öykü”de yitirdiğimiz değerli edebiyat insanlarını hatırlatan yazar, aynı kare
içinde kendini gösterme hırsından başka yeteneği olmayan “şair”lerin de
fotoğrafını çekmeyi başarabiliyor.
Bizim
üniversitelerimiz!
Ateş, “Benim Yedi
Dil Bilen Hocam” ve “Yargıçtan Önce” isimli öykülerinde de hedef tahtasına
bilim kurumlarındaki çürümüşlüğü koyuyor. Yazar, “bilimtay”ın en ileri gelen
“bilgin”lerinden birinin başına gelen olaylar etrafında, kendi ülkesinin
trajikomik durumunu, gerçek bir masal gibi, alaycı bir dille anlatıyor.
Öğrencilerine
hiçbir faydası olmayan, yanından ayrılmayan bilgin “çömez”lerine çantasını
taşıtan, hayatını ve içinde bulunduğu bilim kurumunu da bilimsel olmayan
yöntemlerle idare eden bilginin derslerinde sadece kendinin konuşması, ülkede
esen “tersyel”lerde bilim kurumlarında cadı kazanı kaynatanlara karışması,
meslektaşlarının eserlerini hata bulabilmek için didik didik incelerken,
öğrencilerinin binbir emekle yazdıklarını okumadan değerlendirmesi
anlatılırken, yazarın kendi üniversite yıllarını ifade ettiğini düşünmemek elde
değil.
Yazarın, bilginin
daha sonra devlet tarafından bir dil örgütünün başına getirilmesi, aylarca
bitmeyen gereksiz kavgaların, “etek kılı yarıştırma” yöntemi ile sonuçlanması
gibi olayları oldukça gerçekçi bir kurguyla anlatışı, öyküyü ülkede esen
tersyellerin bilimi, bilim kurumlarını ne hale getirdiğinin unutulmaz bir
resmini çiziyor.
Yazar, bunca
çürümüşlükten sonra, gariban bir arabacı olan Veli’nin, mahallede aşık olduğu
kıza aşkını kibrit kutuları ile anlatan bakkal çırağının ve düğmeden çorba
yapmayı beceren bir evsizin öyküsü ile okura ferah, umutlu, samimi ve derin bir
nefes aldırıyor.
“Küskün
Fotoğraflar”; Kemal Ateş; Öykü; İmge Yayınevi