Savaş herşeye yeni bir yön vermişti..başta trafik olmak üzere her şeye..
Demir
yolları bombalanmış, yollar delik deşik edilmişti. Ne elektrik, ne
kanalizasyon, ne de su şebekesi doğru dürüst çalışıyordu..Tramvayları
çevre köylerden getirilen kadanalar çekiyordu..Sokaklar eskisinden daha
da kalabalıktı..Birbirini tanımak istemeyen donuk, yabancı yüzler..İç
göç sınıra dayanmıştı..Yakılıp yıkılan köylerden kaçanlar, harabe haline
getirilmiş evlerde plastiklere sarılıp soğuktan korunabiliyordu..
Uzun
süren abluka, kasabayı yavrusunu yiyen aç bir kediye
dönüştürmüştü..Sokaklarda eskisi gibi ne serseri bir köpeğe, nede kediye
rastlanıyordu..Artık kuşlar bile göçertilmişti..Kasaba etleri yavaş
yavaş dökülen cüzzamlı bir kadını andırıyordu..
Köşebaşlarındaki
seyyar satıcıların ve bir deri bir kemik hayat kadınlarının çokluğu
göze çarpıyordu..Sanki, herkes herşeyini satılığa çıkarmıştı..bir tas
çorbaya.. br paket sigaraya, bir kutu ağrı ilacına..sargı bezine..diş
kelpetenine..bir çift naylon çoraba. müzik çalara..kurtlanan yaralarına
basmak üzere bir baş sarmusağa..
Kiliseler,
camiler, okullar ve stadyumlar aşevleri,sığınma merkezleri haline
gelmişti. Yeni mezarlıklar açılmıştı şehre en yakın parkların
dibinde..anıt kabirler, yeni kazılan mezarların arasında kaybolmağa
başlamıştı..Hastane morkları koridorlarınadek dolmuş; toplu mezarlar
kazılıyor, cesetler çıkarılıyor, kimlik tesbitine çalışılıyordu.
Her
ne iş olursa yapmağa hazır binlerce kişi sabahın seherinde kasaba
belediyesinin kapısı önünde kuyruğa giriyor; bir tas çorba için mezar
kazıcısı olmağa razı oluyordu..Salgın hastalıkların yayılması
önlenememiş, ezrail en yakın kurbanını minik bebek yaşındakiler ve
ihtiyarlar arasından seçiyordu..Ekmek, şeker, tuz ve gazyağı karneyle
veriliyordu..Bombalanmadan kurtulmuş bir kaç fırın koca kasabayı
doyurmakla sorumlu dört vardiye çalışmaktaydı..Uluslararası yardım
kuruluşları sadece sabır ve nasihat dolu paketler gönderiyordu..
Zenginlerin evleri yoksullarca işgal edilmiş, kilerleri boşaltılmıştı..
Savaş
tüm genç erkekleri bir hortum gibi yutmuş; şehir yaşlı, çocuk ve
kadınların sığınağı haline gelmişti.. Ülkenin tüm erkekleri kışlalarda “
vatan savunması” adına iğdiş edilmişti. Askerden kaçana vur emri
verilmişti. Kaçamayan zaten ya savaşta ölüyor veya yaralanıyordu..
Her sabah belediyenin vereceğini umduğum işime atlı tramvayla gitmekteydim..
Tramvayın
arka bölümüne geçer, birbiriyle konuşmaya çekinen yolcuları izleyerek
uzunca yolu kısaltmayı düşlerdim..Tramvay at sidiği ve ter koksuyla
boyanır, yollar yeni atanan temizlik işçilerince çalı süpürgeleriyle
temizlenirdi..
Bir
sabah belediye hopörlörü ulusal marş eşliğinde barış ilan edildiğini
duyurdu..Sanki görünmeyen bir el, bir orkestra şefinin çubuğu, “barış”
komutunu vermişti.. Barış şartlarının en kötüsü kabul edelir duruma
getirildikten sonra, aniden savaş tamtamları durdu. Katliama seyirci
kalmayı yeğleyen Birleşmiş Milletlere ait barış gücü askerleri,
kışlalarından çıkmayı akıl etti.
Kasabamız,
yaza doğru hastalıktan yeni kurtulmağa çalışan ihtiyar bir kadın gibi
ayakları üzerine doğrulup; sancılı yürüyüşüne başladı..derken, barış
planının resmen kabulü bayram havasıyla kutlandı. Nutuklar
çekildi..alkış furyası eşliğinde bando mızıka marşlardan seçmeler
sergiledi..meydanlar doldu taştı..Savaşın galibi belli değildi ama,
mağlubu karakarelerle dünya kamuoyunun vicdanına yansımaya başlamış; dev
film şirketleri bu acınılası durumu beyaz perdeye yansıtmak üzere
senaryolar üretmeğe çalışıyordu..Savaşan neden savaştığının farkına
varamamış, ölenler “kutsal vatan” yoluna yitirdikleri canlarının
cennette huzura kavuşacağının avuntusuyla geride gözü yaşlı sevgililer
bırakmıştı..
Savaşın blancosunu savaşı çıkaranlar değil, savaşanlar ödemişti..ödeyecekti de..
Her barış, savaş tarafından zorla ırzına geçilmişliğin piçini taşıyordu sancılı kasıklarında..
Aylar
sonra yayın evindeki işime kavuşabildim..Günlük mahalli bir gazetede
foto muhabiri olarak çalışmaktaydım..Gazetenin eski haline dönmesi
mümkün değildi. Bir çok muhabirini ve yazarını yitirmişti.. Haftalık bir
dergi üzerinde düşünmeğe başladık..Ben ve arkadaşlarım, karın tokluğuna
çalışmaya razıydık..Kasabanın savaş sonrası gerçek yüzünü dünyaya
tanıtmak gibi bir misyonu üstlenmek gurur verecekti.
Atlı
tramvayla işe gidişlerde hep ön koltukları tercih ediyordum..Tramvay
sürücüsünün hemen arkasındaki oturaktan emektar kameramla kareler
yakalamağa çalışıyordum.. Kasabamızın gerçek yüzü böylece
karelenebilecekti..
Oturağımın
arkasındaki iki kişilik koltuğa her gün, saçı sakalı uzun kara gözlüklü
bir ihtiyar ve onun torunu yaşındaki bir çocuk oturmaktaydı.. Ben
onlardan sonraki bir durakta iniyordum.. İhtiyar adam torununa durmadan
hikayeler anlatıyordu..Bir ara etrafa bakınıp resim karelemeyi unutmuş,
arkamdaki bana hiç de yabancı gelmeyen büyüleyici ses tonuna kulak
kabartmağa başladım..Anlattığı öyküler o yaştaki bir çocuğun
kavrayabileceğine inanmadığım derinlikleri oluşturuyordu..Arkamı dönüp
birşeyler söyleme ihtiyacı duymama rağmen cesaret edemedim..Adamın ses
tonu, nefesinin ensemi okşayıp, beni cepeçevre tutsak edişi hoşuma
gitmeğe başladı.. Senelerdir, hiçbir erkek bu kadar yakınlaşmamıştı
tenime..Onu dinlediğimi belli etmemek için, ara sıra resim çekiyor, sağa
sola boş bakışlar fırlatmayı sürüdürüyordum..Hafta sonları da
çalışmaktaydım..ama, yaşlı adam ve torununu görememenin eksikliğini
yaşıyordum.. bu adam kimdi.. neden benim arkamdaki koltuğu seçiyordu
hep..ya ses tonu.ya anlattığı öyküler..binbir gece masalları kadar
sonsuz, iç gıcıklayıcı, merak uyandırıcı..sıcak mı sıcak..sanki beni çok
eskiden tanıyordu..Okulun önündeki durakta iniyordu..öğretmen.. pekala
öğretmenim olabilirdi..liseden edebiyat hocam..Hayır hayır olamazdı..
benim özelimi öykü diliyle anlatmağa çalışan biriydi bu ..ses tonu
tamam..ama, hiç de ona benzemiyordu.. allahım..çıldıracağım..kimdi bu
işkenceyi bana yaşatan kişi..neden sormaya cesaret edememiştim..binbir
gece masalları aniden kesilebilir, o kaybolabilir miydi? Kendimi onun
varlığına öylesine kaptırmıştım ki, hiçbir şeyin bu büyülü, gizemli
öykücüyü benden koparmasına müsaade edemezdim..
İçimde
kabuk tutmuş, unutmağa çalıştığım bir yarayı tedavi eden bir
büyücübaşıydı o..belki de bir şarlatandı..bilmiyorum ne olursa olsun..o
bana, bendeki kurumuş bir gürgene can suyu vermeye adamış yaşlı bir
bahçevandı..belki, o da zevk alıyordu bu tür meddahlık numarası
yapmaktan..O beni geçmişime bağlayan bir halattı sanki..limanımdı
sığınabileceğim.. kökümdü, kızgın çöl fırtınalarından koruyan.. vahamdı
dingin.. hiç bir şeyim değildi..olamazdı..olmamalıydı.. ama, kimdi o?
Kimdi, benim kayıp benliğimi su yüzüne çıkarmağa çalışan..neyim di.?
Bilmek istemiyorum..
Bilmekliğimin hiç bir yararı olmayacak.
Merakımı
yenmeliyim..dinlemeyi sürdürmeliyim..beni mutlu ettiği sürece..mutluluk
neydi? Hele savaş sonrası..yıkık dökük bu kasabada neden mutluluk
duyardı insanlar..Bir avuç arpadan..lahana çorbasından.. Ölmediğine
şükredenlerin mutluluk hali.. her şart altında yaşamayı onur saymak!
Yaşamı kutsamak, ölümü kutsamaya adaydı..
Göçenler
geri gelecek miydi? Göçürenler her zaman kurt bakışlı, tetikte olduğu
sürece; göç devam edecekti. Göç türkülerinin yanık kokusu yükselecekti
bacaları yıkılmış viranelerden..kökleri sökülmüş ağaç iskeletleri..
külleri uçurulmuşlar, dilleri dibinden kesilmişlerin sessiz
çığlığı..lanetliler ordusu, dünyayı yaratan elleri üzerinde sürünerek
sokakları yaladılar..
Atlı tramvayla sabah yolculuğu bitmemesini istiyordum, oysa ki yeni elektirik direkleri dikilmeğe başlamıştı yol boyunca..
Bir
sabah, benim ihtiyar büyücübaşının öyküsüne öylesine kendimi vermiştim
ki..çevrede olup bitenlere tepkisiz gözlerle katılıyordum.. kulağımı
okşayan o sihirli ses, masalın en heyecanlı yerinde kesik bir öksürükle
irkilmeme neden olmuştu.. acele yerimden fırlayıp tramvaydan
indim..hızla arkama bakmadan iş yerime yöneldim..cadde at sidiği
kokuyordu.. baharın eli kulağında, erik ağaçları tomurcuğa
durmuştu..güneş göç edenlerin yolunu aydınlatıyordu..
Ertesi
sabah gene aynı yere oturdum, öykücübaşımı dinlemeğe hazırlanmıştım ki;
yaşlı adamın yanındaki çocuk tebessüm ederek sırtıma dokundu.. irkidim
rüyadan uyanmışcasına..ilk kez arkama dönerek..tebessüm ettim..
Çocuk..”Dün tramvaydan inerken güneş gözlüğünüzü düşürmüştünüz...” dedi..
Yaşlı
adam titrek parmaklarıyla gözlüğü bana doğru
uzatıyordu..şaşırdım..Gözlüğün düştüğünü farketmemiştim bile.. hep
başımın tam ortasına saçıma iliştirir, orada unuturdum gün boyu..
Yaşlı adam. “Gözlüğünüz bende kaldı bütün gece..buyrun alın..”
Kekeledim.. yarım yamalak teşekkür edebildim..
“Ama siz..siz..”
Yaşlı adam; “Evet görüyorsunuz ki körüm..ama bu benim sizi hissetmeme engel değil..kokunuz..kokunuz”
Utandım..
öne döndüm, başımı eğdim..bu ses.. bu ses.. benim senelerdir
kaybettiğim kendi sesim di..unutmağa çalıştığım tüm acılar zincirinin
ana halkasıydı; beni bağlayıp hapseden..Gözlüğü bana uzatırken elini
görmüştüm..evet.. o eldi beni hücre hücre keşfeden.. tenimin en gizemli
yerlerinde coşkuyka dolaşan..hayır o olamazdı..dayım, olamaz dı.. “Kokunuz kokunuz..”
Babamdı
bulup kaybettiğim..aramayı unuttuğum gerçekliğim..sancılarımın
izdüşümü..yalanlarımın sığ gölü..yakamozların en minik halkası..
Babamı
alıcı kuşlar bilinmeyenli bir yere göçürdüğünde komşu teyze elime yeşil
cevizleri tutuşturmuştu, ağlamamam için..avuçlarımda hala o cevizin
kınalı izi vardır..kınayı severim o yüzden babamdan kalan kokudur,
dokudur o.
Fırfırlı etekliğimin cebinde durur o cevizler hala..kınalı kabukları dökülmüş..kokusu uçmuş..
Tramvaydan fırlarcasına atladım..arkama bakmadan koştum koştum ..nereye neden demeden, kaçıştı bu kovalayanı olmayan..
Erteki
sabah heyecanla atlı tramvayı bekledim.. gene aynı yerde
oturacaktım..doğu masallarıyla bezenmiş bir sabah yolculuğu yapacaktım..
Arınacaktım tüm kirlerimden..tutunacaktım binbir geceye, sabahları muştulayan aya dalacaktım geceler boyu..
Yaşlı
adam ve çocuk..atlı tramvaya binmediler o sabah.. göremedim onları..her
sabah merakla bekledim..gelmediler.. aradım.. aylarca durak
durak..indim bindim.. deliler gibi..aramayı aradım sokak kedileri gibi,
iz sürdüm tazılar gibi..bir koku aradım yitirilmiş..
Yaşlı adam yoktu.. o hiç olmamıştı ki..
Kasabaya elektirik verildi..
Atlı tramvay belediyenin müzesine kaldırıldı..
Her pazar müzeye gidiyorum..aynı oturakta oturuyorum hep..
Kara gözlüklerimi takıyorum her pazar..
Bir meltem eser ensemi okşayan, ılık mı ılık..
Kınalı bir koku yayılır avuçlarımdan cevizi...
...
Ve mırıldanırım, unutulmayan bir tangoyla seni...
"Şehri baştan başa dolaştım bugün.
Seni aradım tüm sokaklarında.
Seninle biz, ayrı ayrı uzanan iki yol gibiyiz; hiç kesişmeyen.
Seni yaşadım tek başıma; inanılmayacak kadar güzeldi.
Yağmurla bulutun buluşması kadar yaşayamadık biz.
"Yasak" dediler.
"Günah" dediler.
Boyun büktük.
Ayrı ayrı yerlerde atan iki kalpten bir vücut oluşturduk
İstemiyorum senden başkasını, uzakta olsamda kilometrelerce.
Sensiz doğan güneş ısıtmıyor beni.
Yağmurlu bir gün düşlüyorum, akşamın olmasına yakın.
Düşün bir tanem; iliklerime kadar ıslanmışım.
Tüm sokaklar bomboş.
Toprağın kokusunu içime çekiyorum, tıpkı senin özlemini çektiğim gibi.
Vücudumun her yerinden damlalar süzülüyor.
Düşünüyorum: belki, belki düşen her damla senin özlemini alıp götürür uzak diyarlara .
Vücudumun lime lime olduğunu hissediyorum.
Yağmur, yağmurun sesi; ben ve benim yalnızlığım , bir tanem.
İşte seni yaşamak, seninle ya da sensiz."
Ve mırıldanırım, unutulmayan bir tangoyla seni...
"Şehri baştan başa dolaştım bugün.
Seni aradım tüm sokaklarında.
Seninle biz, ayrı ayrı uzanan iki yol gibiyiz; hiç kesişmeyen.
Seni yaşadım tek başıma; inanılmayacak kadar güzeldi.
Yağmurla bulutun buluşması kadar yaşayamadık biz.
"Yasak" dediler.
"Günah" dediler.
Boyun büktük.
Ayrı ayrı yerlerde atan iki kalpten bir vücut oluşturduk
İstemiyorum senden başkasını, uzakta olsamda kilometrelerce.
Sensiz doğan güneş ısıtmıyor beni.
Yağmurlu bir gün düşlüyorum, akşamın olmasına yakın.
Düşün bir tanem; iliklerime kadar ıslanmışım.
Tüm sokaklar bomboş.
Toprağın kokusunu içime çekiyorum, tıpkı senin özlemini çektiğim gibi.
Vücudumun her yerinden damlalar süzülüyor.
Düşünüyorum: belki, belki düşen her damla senin özlemini alıp götürür uzak diyarlara .
Vücudumun lime lime olduğunu hissediyorum.
Yağmur, yağmurun sesi; ben ve benim yalnızlığım , bir tanem.
İşte seni yaşamak, seninle ya da sensiz."
Volkan Kemal
22 Nisan 2012
Yarımlık lardan
Bu öykü hiç bitmeyecek; savaşlar ve yasak aşklar sürdükçe...