Kitaptan :
‘Çok sevgili baba,
Geçenlerde
bir kez, senden korktuğumu öne sürmemin nedenini sormuştun. Genellikle olduğu
gibi, verecek hiçbir cevap bulamadım, kısmen tam da sana karşı duyduğum bu korku yüzünden, kısmen
de bu korkuyu gerekçelendirmek üzere, konuşurken toparlayabileceğimden çok daha
fazla ayrıntı gerektiği için…’
Franz
Kafka,1919′da dinlenmek üzere gittiği Schelesen’de Julie Wohryzek adında bir
kızla tanışıp nişanlandı. Aynı yıl kaleme aldığı Babaya Mektup, yazarın bu
nişana karşı çıkan babası Hermann Kafka’ya yanıtıdır. Kafka’nın yayınlamak
amacıyla değil, babasıyla ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirmek için
yazdığı, ama hiç göndermediği bu mektup, hem Kafka’nın yaşamöyküsüne açıklıklar
getirmesi, hem de kimi izleklerinin ipuçlarını barındırması açısından büyük önem
taşır. Kafka’nın tüm yapıtlarının günümüze ulaşmasını sağlayan Max Brod’un gün
ışığına çıkardığı ve yazarın toplu yapıtları arasında yer açtığı Babaya
Mektup’u, okuru bilgilendiren ayrıntılı notlar eşliğinde, Cemal Ener’in
çevirisiyle yayınlandı.
Franz Kafka 1919
yılında geçirdiği ağır grip, veremini iyice azdırınca, 1919’da dinlenmek üzere
gittiği Schelesen’de Julie Wohryzek adında bir kızla tanışıp nişanlanır. Aynı
yıl kaleme aldığı Babaya Mektup (Brief an den Vater), yazarın bu nişana karşı
çıkan babası Hermann Kafka’ya yanıtıdır.
Kafka’nın
yayınlamak amacıyla değil, babasıyla ilgili duygu ve düşüncelerini dile
getirmek için yazdığı, ama hiç göndermediği 100 sayfalık bu mektup, hem
Kafka’nın yaşamöyküsüne açıklıklar getirmesi, hem de kimi izleklerinin
ipuçlarını barındırması açısından büyük önem taşır. Kafka’nın tüm yapıtlarının
günümüze ulaşmasını sağlayan Max Brod’un gün ışığına çıkardığı ve yazarın toplu
yapıtları arasında yer açtığı Babaya Mektup, Kafka’nın babasını hem
küçümsediğinin hem de ona hayranlık duyduğunun belgesidir. Dava’nın son
kelimelerini, yine bu kaybedilmiş baba oğul ilişkisinden yola çıkarak yazacak,
babasına ve kendisine duyduğu güveni kaybettiğini; “… sanki utanç onun ardından
da varlığını sürdürecekti” cümlesiyle ifade edecekti.
Kafka bu tarihte
otuz altı yaşındadır. Yaklaşık iki haftalık bir zaman diliminde yazdığı Babaya
Mektup’un en önemli özelliği, yazarın bütün yapıtları arasında biyografik
özellik taşıyan az sayıdaki yapıttan biri olmasıdır. Bununla birlikte mektubun
Kafka’nın babasıyla ilişkisinin yanı sıra kendi yaşamına ve yazarlığına, kısaca
kendi varoluşuna ilişkin ayrıntıları da açığa çıkaran belgesel bir nitelik
taşıması, Babaya Mektup’u öbür biyografik yapıtlar arasında farklı bir yere
koyar. Bu bakımdan Babaya Mektup salt bir mektup olma niteliğinden öte, Franz
Kafka’nın iç dünyasını yansıtan bir yapıt olarak öne çıkar: Kafka’nın yaşamına
ilişkin birinci elden biyografik bir tanıklıktır.
Babaya Mektup,
Kafka’nın bütün yapıtları gibi çok katmanlıdır. Samimi olduğundan şüphe etmek
için bir nedenimiz yok. Ama yazdığı metin biyografik ve otobiyografik
niteliğine rağmen kurgulanmış edebi bir baba-oğul çatışması biçiminde kaleme
alınmıştır. Kafka, mektubun başlarında babasının kişiliğinden ve kendi varoluşu
üzerindeki etkisinden söz etmektedir. Deyiş yerindeyse evrensel etki-tepki
yasası üzerinden yürüyen bu baba-oğul ilişkisi, mektupta giderek baba ile oğul
arasındaki çatışmaya dönüşecek ve bu çatışmanın oğul Kafka’da açtığı psikolojik
yaralara işaret edecek ikinci bir motife yönlenecektir. Mektubun sonlarında
yazdıkça güveni tazelenen Kafka’nın ses tonunu yükselltiğini ve babasını
suçladığını göreceksiniz Gerçek baba-oğul ilişkisinden burjuva toplumunun
ataerkil güç ilişkisine, birey-toplum çelişkisine sıçramıştır.
Baba-oğul
çatışması
“Sakin bir
ilişkinin imkânsızlığı, aslında son derecede doğal bir sonuca daha yol açtı:
Konuşmayı unuttum. Belki zaten büyük bir hatip olmayacaktım, ama insanların
sıradan akıcı konuşmasına hâkim olabilirdim. Ama sen daha çok küçükken sözü
bana yasakladın, “Tek bir itiraz yok!” tehdidi ve yanı sıra kalkan el, o
zamandan beri bırakmıyor peşimi. Senin karşında kendi meselelerin söz konusu
olduğu sürece mükemmel bir hatipsindir tıkanan, kekeleyen bir konuşma tarzı
edindim, bu kadarı bile çok fazlaydı senin için, sonunda sustum, önceleri belki
inattan, daha sonra ise senin karşında ne düşünebildiğim ne de konuşabildiğim
için. Ve benim asıl eğitmenim sen olduğun için de, hayatımın her alanını
etkiledi bu.”
Mektubu
göndermek niyetinde olmadığını gizlemeyen Kafka, tıpkı hikâye ve romanlarında
olduğu gibi, baba figürünü bir kez daha simgeleştirmiştir. Yegâne fark dilin
ironik olmayışı. Ama mektubun kurgusallığı ve edebiliği tartışılmaz. Edebi yanı
iletişimsel değerinin çok ötesinde olan Milena’ya Mektuplar’ı düşündüğümüzde,
Kafka için mektup yazmanın önemi çıkıyor ortaya. Belki de duygularını
dolaysızca açığa vuramadığı için edebiyata sığınıyordu Kafka.
Mektubun bu
anlamda bir baba-oğul çatışmasına dönüşen havası, Kafka okurlarına yabancı bir
motif değil.
Baba-oğul
çatışmasının, yazarın yapıtlarının asıl konusunu oluşturduğu, Kafka
yorumlarında sık sık dile getirilmiştir. Ama Kafka’nın dünyası çok katlı
okumalara zaten öylesine açıktır ki, birbiriyle çatışan görüşlerin hemen
hepsine malzeme sağlayabilir. Mesela Şato’yu alalım ele; Kafka’da toplumsal
alegori arayanlardansanız, Şato’nun sahibini buyurgan devlet olarak
yorumlayabilirsiniz. Dinsel bir allegori arayışı, sizi Şato’nun sahibi olarak
Tanrıyı görmeye götürecektir. Ve son olarak Babaya Mektup’la destekleyeceğiniz
Freudyen bir bakışınız olabilir. Bu kez Şato’nun sahibi Kafka’nın babasıdır.
Kafka’nın babasına karşı duyduğu umarsız korkunun, hadım edilme endişelerinin,
iktidarsızlık duygusunun, düşlere sığınmasının izlerini kolayca sürebilirsiniz.
Nevrozların
anlatıcısı
Kafka’nın pek
çok yapıtını Babaya Mektup’la birlikte okuyabilirsiniz. En keskin örnek hiç
şüphesiz Yargı’sıdır. Yargı, düğünü arifesinde ruhsal açıdan babasına bağımlı
olduğunu kabullenmek zorunda kalan ve babasının kendisi için verdiği ölüm
kararına isteyerek boyun eğen genç bir adamın, Değişim, bir sabah uyandığında
kendisini böcek olarak bulan Gregor Samsa’nın hikâyesidir. Kayıp romanındaki on
altı yaşındaki genç hizmetçiyi iğfal ettiği gerekçeşiyle ailesi tarafından
yollandığı Amerika’da hayata tutunmaya çalışır. Dava’nın konusu hiçbir neden
gösterilmeksizin dava edilmek üzere tutuklanan banka memuru Josef K.’nın
suçsuzluğunu umutsuzca kanıtlama çabasıdır. Ceza Sömürgesi’nde bir bilim adamı,
kendisine ne gibi suçlar yüklediğini anlatan darbelerle yaralana yaralana
korkunç bir biçimde öldürülür.
Belki de bizzat
deneyimlediğinden; kalabalıklar içinde yalnızlaşmanın ve yabancılaşmanın
dehşetini, aile kurumunun özellikle yaydığı suçluluk duygusuyla-toplumsal
iktidarın yapı taşı olduğunu farketmişti Kafka.
Neredeyse bütün
yapıtlarını birey toplum çatışmasını aile kurumu etrafında işlemiştir. Tam da
bu nedenle işte, Babaya Mektup’u da delil göstererek, yazarın yapıtlarından
onun hayat hikâyesine, hayat hikâyesinden yapıtlarına uzanmak isteyenler
çıkacaktır. Ne var ki edebiyat aracılığıyla başka bir gerçeklik düzleminde
yeniden inşa ettiği Kafkaesk dünya yazarın biyografisine indirgenecek
basitlikte hiç değildir. Kafka’nın kahramanlarının ellerinde olmadan gelişen,
onların sadece yüzleşmek zorunda kaldıkları olaylar aslında modern insanın
yaşamak zorunda kaldıklarına dair güçlü eğretilemelerdir. Kendi özel dünyasının
nevrotik olup olmadığının hiçbir önemi yok, önemli olan onun modern çağ
nevrozlarının anlatıcısı olması, bireyin nevrozlarını hepimize ait olan bugünün
dünyasının nevrozları haline getirmesidir.
‘Birbirimizle
savaştığımızı kabul
ediyorum’
Senden korkmamın
gerekçelerini tarttığında, şöyle karşılık verebilirdin:
“Seninle
ilişkimi, yalnızca senin hatalarınla açıklayarak işin kolayına kaçtığımı iddia
ediyorsun, ama ben, senin görünüşteki çabalarına karşın, işin zor tarafıyla
yüzleşmediğine, tersine kolayına kaçtığına inanıyorum en azından. Önce sen de
her tür suçu ve sorumluluğu üzerinden atıyorsun, yani bu noktada ikimizin tavrı
da aynı. Ama ben ardından, düşündüğüm gibi açıkça bütün suçu sana yüklerken, sen aynı zamanda ‘aşırı zeki’
ve ‘aşırı şefkatli’ de olmak ve beni her türlü suçtan beraat ettirmek
istiyorsun. Tabii bu sonuncusunu ancak görünüşte başarabiliyorsun (daha
fazlasını da istemiyorsun zaten) ve yaradılış ve doğa ve karşıtlık ve
çaresizlikle ilgili tüm ‘süslü sözler’e karşın, senin yaptığın her şey yalnızca
kendini savunmak iken, aslında saldırgan kişinin ben olduğum sonucu çıkıyor
satır aralarından. Şimdi yalnızca bu samimiyetsizliğinle bile yeterince şey
elde edebilirdin, çünkü üç şeyi kanıtladın; birincisi, kendinin suçsuz
olduğunu, ikincisi, benim suçlu olduğumu ve üçüncüsü, büyüklüğün sayesinde
yalnızca beni affetmeye değil, üstelik bir de daha fazlasını ve daha azını
benim de, tabii ki hakikatin aksine, suçsuzluğumu kanıtlamaya ve kendini buna
inandırmaya hazır olduğunu. Şimdi bu kadarı bile senin için yeterli olabilirdi,
ama daha yetmiyor. Zira tamamıyla benden geçinmeyi kafana koymuşsun.
Birbirimizle savaştığımızı kabul
ediyorum, ama iki türlü savaş vardır. Bağımsız hasımların güçlerini tarttıkları
şövalyece savaş; herkes kendi başınadır, kendi yenilgisini yaşar, kendi
zaferini kazanır. Ve bir de yalnızca sokmakla kalmayan, aynı zamanda hayatını
sürdürmek için kan
emen böceklerin savaşı. Asıl paralı askerler bunlardır ve sen busun. Yaşama
becerisinden yoksunsun; ama hayata rahatça, kaygısızca ve kendini suçlamadan
yerleşebilmek için, tüm yaşama becerini elinden aldığımı ve kendi cebime
koyduğumu kanıtlıyorsun. Yaşamak konusundaki beceriksizliğin artık seni ne
ilgilendirecek, sorumlusu benim zaten, sen rahatça uzanıyorsun ve kendini
hayatta, hem bedensel hem de zihinsel olarak bana çektiriyorsun.”
A.Ömer Türkeş,
Radikal Gazetesi Kitap Eki 27.06.2008
“…beni kıskıvrak
yakalayan şeyin, sana
dokunması bile gerekmez ya da tersi; senin için masumiyet olan şey, benim için
suç olabilir ya da tersi; sende hiçbir etki yaratmayan şey, benim mezarım
olabilir.” (s:55)
Kafka’nın Babaya
Mektup’u 1919′da yazılmış, yazıldıktan 30 yıl sonra, 1950′lerin başında
arkadaşı Max Brod tarafından gün yüzüne çıkmış bir eser. Bir oğul’un babaya
söylemek istediği ama söyleyemediği bir iç döküş, kendini ifade etme… Varlığın
var’dan çok hiç’e yaklaşmasındaki etmenlerin Kafka tarafından mümkün olduğunca
objektif bir üslupla yazıya dökülmüş hali.
Babayı
değerlendirirken, onun her hareketini ol’duğu insan olmasının nedeni olarak
görme vardır bu mektupta. Bu ol’uşun iki temel nedeni olarak, babasının
eğitimini ve kendi itaatkârlığının sonucunu gösterir. Ezik, korkak, silik,
zayıf, ürkek, kararsız, huzursuz… bir karakter olarak kendi tahlilini yapan
Kafka’nın kaygısızlığa ve soğukluğa yönelmesinin ardındaki asıl neden, Baba
korkusu’dur.
Sadece ruhsal
özellikleriyle değil, fiziksel özellikleriyle de(s:18-19) oğlunu ezen bir
babadan duyulan korku. Çocuk Kafka’nın bu korkusuyla Kafka, dünyasını üçe
böler: “benim, yani kölenin, yalnızca benim için icat edilmiş ve üstelik
bilmediğim bir nedenle asla tümüyle yerine getiremediğim yasaların boyunduruğu
altında yaşadığım bölüm, sonra senin, yöneterek, emirler yağdırarak ve bunlara
uyulmadığında öfkelenerek yaşadığın ve benimkinden alabildiğine uzak bir ikinci
dünya ve nihayet tüm diğer insanların, emirler ve itaatten bağımsız, mutlu
yaşadıkları üçüncü bir dünya.” (s:22-23)
Baba korkusunu
yenmenin çözümü: Kaçış.
Kaçmak… Evlilik
bile bu kaçma girişiminin bir sonucudur. Çünkü evlilik, babayla denk olma, onun
otoritesine ve haklarına sahip olma… şeklindeki bir mantıkla -istememesine ve
bunun da kararsızlığını yaşamasına rağmen, sırf evlenmek için- evlenerek bir
yarayı kapama girişimi anlamına gelmektedir. Aslında onun çocukluğundan
kazandığı bir savunma mekanizması olan kaçış’ın olgunluk döneminde evlilik
olarak somutlaşmış halidir bu.
Kardeşi Elli’nin
evliliğiyle(s.38) babasıyla arasındaki savaşı kazandığını düşünmesi, kendisinde
de evlilik fikrinin bir tür savaşı kazanma, özgür olma… anlamına geleceği
düşüncesine neden olur:
“Gerçekte
evlilik girişimleri, senden kaçmak için en görkemli ve umut verici çabaya
dönüştü, ne ki ardından gelen başarısızlık da aynı ölçüde görkemli oldu.”
(s:53)
Oysa istediği
evlilik değildir. Ki babası, Kafka evlenmek istediğinde -mantık evliliğidir bu-
kendisini eleştirince babasına kızma nedeni çok farklıdır. Sorun, babasının
kızı reddetmiş olması değildir; Kafka’yı üzen, babasının kendi karar erkini
ezmesi, aldığı kararı beğenmemesi, kendisini -bir kez daha- bir hareketi
yüzünden eleştirmesidir. Evlilik, bağımsızlaşmak anlamına gelse de,
evlenmemesinin ardındaki tek suçlu babası değildir ve farkındadır kendisi de bu
durumun. “zihinsel açıdan evliliğe yatkın olmamak”(s:60)tır asıl neden ve bu
çözümün/evlilik, aslında kendi içindeki tutarsızlığını da belirtir.
Yazmak bile bu
kaçış’ın (s.62-63) sonucudur aslında; yazmak, özgür olmaya çalışmaktır.
“Yazdıklarım
seninle ilgiliydi, orada senin göğsünde yakınamadıklarımdan yakınıyordum
yalnızca.” (s:48) der -bu mektubu yazdığında, üç eseri yayımlanmıştır- ve
burada henüz özgür olamadığını belirtir. Yazma ediminin temelinde dahi babası
vardır, babadan kaçmak, özgür olmak… olarak belirtse de nedenlerini, aslında
babası tarafından onaylanmak isteminin dışavurumudur bu.
İlginç olansa bu
baba-oğul ilişkisinin güçlü-güçsüz, ezen-ezilen, otorite-çalışan,
bürokrasi-halk… gibi Kafka’nın en önemli konularına ve karakterlerine-edilgen,
değersiz, başarısız…- bir temel oluşturmasıdır. Özellikle babasının yanında
çalışanları ezmesi ve zalimliğini(s.35) aktardığı bölüm, baba figürünün;
otorite baskısını anlattığı romanlarının ardındaki temel neden olduğunu
göstermektedir.
Mektubun sonunda
babasının kendisine verdiği cevabı hayal ederek kendi sorularına,
değerlendirmelerine, kendi bakışına cevap verir. Ama babasının bu savunmasına
verdiği cevap neredeyse mektubun geneline yayılmış olan fikirdir:
“Beni sen böyle eğittin.”
Baba-oğul
çatışmasının, onaylanmak istenen oğulun, oğlunu seven ama bunu gösteremeyen bir
babanın, sevgisini göstermekten çok eleştiren, kendi yaşadığı zorlukları
yaşamayan ve bunu devamlı çocuklarının yüzüne vurarak kendi yaşadıklarıyla
çocuklarını ezen bir babanın anlatımı Babaya Mektup. Aynı zamanda kendi kişisel
hikayesini yaşadığı döneme aktaran/uyarlayan ve tespitleriyle kendisinden
sonraki kuşakları etkileyen ve hala etkilemeye devam eden bir yazarın biyografik özellik gösteren
eseri.
Babası olmasaydı
Kafka olur muydu?
Babası olmasaydı
Kafkaesk roman dediğimiz tür doğar mıydı?!
Babası olmasaydı
günümüzde dahi kendimizi öyle hissettiğimiz Kafka karakterleri olur muydu?…
Her olayın bir
sebebi bir de sonucu vardır ve sebepler sizi üzerken, kırarken… sonuçlar tam
tersi olabilir. Sizin kaybınız başkalarının kazancı olabilir. Sizi kırıp
inciten başkalarına ders olabilir… ve yazıya dökülen hayatınızın şifreleri,
değeri yıllar sonra anlaşılan ve hiç tanışmayacağınız insanların hazinesi
olabilir… Hayatın ironisi olmalı bu.
Kafka’nın Babaya
Mektup ve Milena’ya Mektuplar’ını okuduğumda soğuk, uzak ve yazar Kafka,
yaşayan kanlı canlı insana büründü; hayatımdaki en önemli ve değerli
insanlardan biri haline geldi. Milena’ya Mektuplar’ın kimi yerinde kendimi Kafka
gibi hissettim, aslında o, benmişim gibi hissettim. Yalnızlığı, rahatsızlığı,
zaafları, güçsüzlüğü, beklentileri… Uzaktan görünen ulaşılmaz, soğuk fildişi
kulenin aslında yalnızlıkla ve hayal kırıklıklarıyla örülü dünyasında onun
güçsüzlüğünü ve hastalığını ve bunun asıl nedenlerini o kadar derinden
paylaşıyor ve o kadar iyi biliyorum ki… Şimdi geriye ondan bir ya da iki eser
kaldı okumadığım, onlar da tamamlandığında, başa döneceğim, özellikle kendi
yaşamına dair kelimelerin, hislerin, dünyanın olduğu yapıtlara: Babaya Mektup’a
ve Milena’ya Mektuplar’a.
Franz Kafka,
Babaya Mektup, Can yayınları, çev. Cemal Ener, 3.basım.