‘Gözlerim
öyleydi. Her şeyi gördüler, her şeyi görmüşlerdi, hiçbir şey anlamadılar…’ –
LAWRENCE FERLINGHETTI
‘Elim ona
ulaşmıyordu. Elime bir şey olmuştu. Çok kirliydi. Dünya kirliydi herhalde.
Tırnaklarım uzamıştı. Kök rengindeydiler. Köktüler. Birisi beni ekmişti.
Toprakta büyüyordum. İlk kez ayaklarımı gördüm. Ayakkabılarımın uçlarından tırnaklarım fırlamıştı ve dışarı doğru
büyüyorlardı, ve kök rengindeydiler. Tüm bedenim büyüyordu. Yüzüme dokundum. O
da büyüyordu. Başka bir yüz halini alıyordu. Seine rıhtımı boyunca, Malaquais
rıhtımı boyunca rüzgar beni soluk alıp veren patlamalarla, suya kadar süpürdü.
Suyun terinde yüzümü tanıyabiliyordum. Bir sürü küçük, akıcı kırışıklıkla
kaplıydı, her yönde küçük çatlaklar, gözlerin köşelerinden kulaklara, ağzın
köşelerinden buruna, burnun köşelerinden yanaklara, yanakların altlarından
çenemin altına kadar. Alın kırışıktı, çünkü birisi çok küçük bir sabanla
toprağın yüzeyini sürüyordu, ve yüzümde başka çatlaklar vardı, düzenli
yarıklar, camcıyla değiş tokuş ettiğim fena halde çatlamış aynadaki gibi.
Sulara geri döndü, çatlaklar yüzeydeki kırıklar, kayıyor, değişiyor, her şey
hala büyüyor. Gözlerime dokundum. Ya da aslında yuvalarına. Gözler artık hiç de
yerlerindeymiş gibi değildiler. Hayır, oradaydılar, sadece gözbebekleri
dağılmış, gözlerin boş görünmesine yol
açıyorlardı. Yalnızca çok net oldukları için boş görünüyorlardı. Küçük köylerde
belediyeye ait heykellerin gözleri gibi, yosunların yeşil cüzamı sarıyordu
onları. Gözlerim öyleydi. Her şeyi gördüler, her şeyi görmüşlerdi, hiçbir şey
anlamadılar. Ama artık onlarla göremiyordum. Arada bir şey vardı. Ah,
gözyaşlarıydı. Gözlerim ağlıyordu, akılsız yaratıklar. Suyun sel olmuş
çığlığını duydum, nehir bahar yağmurlarıyla taştı, hızla aktı ve çalkalandı.
Bir köprüdeydim, bir korkuluk duvarının üzerinde, suya doğru sarkmıştım, su
gözlerimden boşalıyordu, her şeyi görebilen ve hiçbir şey anlamayan gözlerim ve
şimdi su yüzünden göremiyordu. Ruhumdan gelen bir vücut kokusuna sahiptim, ve
su beni aşağıya deniz seviyesinin altına sürüklemek için hızla aktı. İçinde
soğuk görüntüler. Su denize ulaştı, her şey suda son buldu, deniz dünyayı sele
boğdu, parçalandı ve altınkayalı sahillerde çığlığını savurdu, denizin çarptığı
kuleler yıkıldı, tükenen sahiller bozuldu, ve deniz girebildiği her yere hızla
doldu. Her şey ufalandı ama gözlerimde tekrar hayata döndüler. Bir kök
filizlendi, bir gözümün ucundan bir kök filizlenmişti. Bir karganın eğri
ayağına dönüştü ama uzadı, daha çok boynuza benzedi, dokunaçları çıktı,
dalları, ve bir kök halini aldı. Bir karganın üzerindeki bir kök, bir karganın
büyüyen. Karganın pençesi yeni kökler halinde gelişip yüzüme, boynumdan,
bedenimden aşağıya yayılan diğer karga ayakları arasında, gözümün köşesine
tutundu. Bedenimin merkezinden filizlenen büyük dev bir asma vardı, göğsümden
büyüyen ikiz çalılar vardı, kasığımdan filizlenen tek köklü bir ağaç. Bedenimin
ortasındaki dev asma göbeğimden çıkıyordu. Göbek bağı her şeye rağmen
çözülmüştü. Birisi onu çözmüştü, ve o doğum öncesindeki gibi tekrar büyüyordu.
Ne yapması gerektiğini açıkça bilen birisi. Her olasılığa karşı, Birisi’ni
büyük B ile söylemek daha iyiydi. Asla bilemezdiniz. Birisi o asmayı tekrar
çekiyordu. Başka birisine bağlanmıştı yine. İçinde olduğum dev bir beden.
Hayır, henüz içinde değilim. Beni doğuracak olan kadın hala bakireydi. Hala
bana gebe kalması gerekiyordu ama sonunda doğuracaktı beni. Gündoğumu süt gibi
koyulaşıyordu. Bir bedende. Süt bir bedende oluşuyor, henüz gebe kalacak hamile
bir bedenin göğüslerinde. Sütten bir ırmak hızla akıyor, köprülerin altından,
sonsuz, sel gibi, bir bebek gibi ağlayarak. Daha büyük, daha ayrıntılı bir şey
haline geliyordum. Yüzüm, başka bir yüz olurken, daha da şişmanlaşıyordu. Bir
yüzün kalıbı gibi oldu, yontucuların bir yüzü oluşturmak için kullandıkları
türden. Benim için yeni bir yüz biçimlendiriliyordu, ama şu ana kadar yalnızca
kalıbı vardı ortada. Yüzümde küflenme başladı, Rodin Müzesi’nin bahçelerindeki
bronz heykellere musallat olan yeşil cüzam gibi. Artık küflenme yüzümün
tamamını kaplamıştı, ve tamamen kaplandığında, yüzde gözenekler oluşturmaya
hazır hale geleceklerdi. Yo, yüz zaten gözeneklenmiş ve çiçek bozuğu olmuş ve
çillenmişti. Onu dökmeye hazır olacaklardı aslında, oluşmakta olan yeni kalıba,
bir düşünce kalıbı. Yeni beyin dökülmeden önce beynin tamamı için yeniden bir
kalıp oluşturulmak zorundaydı…’
LAWRENCE FERLINGHETTI
(‘Onun’, Çeviri:
OLCAY BOYNUDELİK, ALTIKIRKBEŞ Yayınları, Nisan 1997…)