Adem Eyüp Yılmaz, intihar eden yazar ve şairlerin kısa
biyografilerini bir kitapta topladı. Stefan Zweig, Virginia Woolf,
Mayakovski, Sadullah Paşa, Beşir Fuad, Nilgün Marmara gibi 55 ismin son
mektup ve şiirleri, onları intihara götüren sebeplerin ipuçlarını
veriyor. Edebiyatçıları intihara sürükleyen en büyük yıkım ise savaşlar.
“İşte
ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedikodudan unutmayın
ki, merhum nefret ederdi. Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın
beni. İş değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem), ama benim için
başka bir çıkar yol kalmamıştı.” Bu satırlar, 1930’da intihar eden Rus
şair Mayakovski’nin ‘son mektubunda’ yer alıyordu. Oysa, kendisinden beş
yıl önce, 1925’te intihar eden ‘devrimci’ arkadaşı Sergey Yesenin’in
arkasından yazdığı uzun ağıtta “Şu yaşamda / en kolay iştir ölmek / Asıl
güç olan / yepyeni bir yaşama başlamak” diyerek ‘intiharı’ sorguluyordu
Mayakovski.
Ölmek ve yaşamak, ne eski ne de yeni… Ölümlerin en
trajik olanı ise intihar. Hele intihar eden kişi hayata şiirler yazan
şair, şarkılar besteleyen sanatçı ya da yeryüzünü betimleyen bir ressam
ise durum daha da acıklıdır. Peki neden intihar eder sanatçılar?
Kalemin, fırçanın ve notaların artık duygularını ifade etmekte yetersiz
kaldığı ya da yaşayacakları tüm anlar tükendiği için mi? Veya inanç
yetersizliğinden mi? Cevap ne olursa olsun, intihar normal ölümlerden
daha çok acı verir geride kalanlara. İntihar eden, bir şair, ressam ya
da sanatçı ise bu acı daha derin bir anlam kazanır.
Adem Eyüp
Yılmaz, Selis Kitaplar tarafından yayımlanan ‘Edebiyat ve İntihar’ adlı
eserinde, MÖ 580 yılından başlayarak günümüze kadar edebiyatçıların
intiharını inceliyor. Heinrich Von Kleist, Vincent Van Gogh, Stefan
Zweig, Virginia Woolf, Walter Benjamin, Marina İvanovna Tsvetayeva,
Vladimir Vladimiroviç Mayakovski, Sergey Aleksandrovich Yesenin ve
Cesare Pavese gibi dünya edebiyatının önemli isimlerinin yer aldığı
kitapta Türk yazar ve şairlerine de yer veriliyor: Sadullah Paşa, Beşir
Fuad, Şakir Efendi, Tokadizade Şekib, Halil Nihat Boztepe, Metin Akbaş,
İlhami Çiçek, Soysal Ekinci, Nilgün Marmara, Hüseyin Alacatlı ve Yavuz
Çetin… Bir de unutulanlar ya da kitaba giremeyenler var: Macar yazar
Sandor Marai, Kanadalı edebiyat eleştirmeni Ken Adachi, Fransız Pierre
Amzallag, Amerikalı Don Red Barry, Rex Beach, Johannes R. Becher, Herman
Bing… Adı ‘Edebiyat ve İntihar’ olmasına rağmen kitapta 2001 yılında
intihar eden gitarist Yavuz Çetin de yer alıyor. Eğer edebiyat dışından
birileri de kitaba alınacak idiyse bu, sinema dünyasından olabilirdi.
Çünkü dünya sineması bu konuda oldukça kalabalık bir ‘malzeme’ sunuyor.
En ünlüleri 1962’de intihar eden Hollywood yıldızı Marliyn Monroe olmak
üzere, dünya sinemasında 50’nin üzerinde oyuncu yaşamlarına kendi eliyle
son vermiş. Belki yazara ikinci bir kitap başlığı olabalir: ‘Sinema ve
İntihar’.
‘Edebiyat ve İntihar’da yazarların yaşam öyküsü, onları
intihara sürükleyen nedenler, içinde bulundukları atmosfer ile ilgili
bilgiler yetersiz. Bu nedenle okurun bu noktadaki merakını gidermekten
uzak. Biyografilerin satır aralarında, yazarların birbirinden
etkilenerek intihar edişleri ayrı bir dosya konusu olarak da
incelenebilir. İntiharlarının çoğaldığı I. Dünya Savaşı ve II. Dünya
Savaşı sırasında ise yazarların savaşa karşı tavrı üzerinde durulmamış.
Yılmaz, ‘sonsöz’ünde verdiği ‘iki dünya savaşına da tanıklık eden
sanatçıların neredeyse organize sayılabilecek intiharları’nı daha da
açarak bir dosya haline getirebilirdi. Yine, sevgilisiyle birlikte
intihar eden Von Kleist’ın biyografisini yazan Stefan Zweig’ın, tıpkı
Kleist gibi eşiyle birlikte intihar edişi de satır aralarında
kalmamalıydı. Ölümünden yıllar önce, Kleist’ın biyografisini yazarken
“Bazen ölmeyi beceren ve ölümden zamanı aşan bir şiir yaratabilen biri
de bulunmalıdır.” diyen Zweig, acaba Kleist’ın etkisinde mi kalmıştı? Ya
da Sylvia Plath’ın intiharını ‘Bitirme Tezi’ yapan Nilgün Marmara’nın
intiharında, Plath’ın rolü neydi? Bu sorular hâlâ cevapsız.
Yaşamın son tanığı, intihar mektubu
İntiharlardan
geriye kalan en trajik belge, şüphesiz bir intihar mektubudur.
‘Edebiyat ve İntihar’ kitabının en etkileyici bölümü ise yazar ve
şairlerin intihar etmeden önce yazdıkları mektup ve şiirlerin yer aldığı
sayfalar. Hazin bir sonun belgesi olarak kağıda düşen bu satırlar,
sahibinin son hamlesinin de şahidi gibi. Tanzimat yazarlarının romantik
eğilimlerini eleştiren ve pozitivist dünya görüşüyle tanınan Beşir Fuad,
bileklerini kestikten sonra ölümüne kadar tuttuğu notlarda şunları
yazıyor: “Kağıt dahi kanla mülemma… İntiharımı da fenne tatbik edeceğim;
Şiryanlardan (atardamar) birinin geçtiği mahalde cildin altına klorit
kokain şırınga edip buranın hissini iptal ettikten sonra orasını yarıp
şiryanı keserek seyelan–ı dem (kanın akması) tevlidiyle (sebebiyle)
terk–i hayat edeceğim. Ameliyatımı icra ettim. Hiçbir ağrı duymadım. Kan
aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım…”
“İyi bir ölüm en güzel
yaşamdır.” diyen şair Johann Christian Günthers’in mısralarından uzak;
Rus şair Sergey Yesenin, intihar etmeden önce yazdığı son şiiri “Şu
yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm, / Ama pek öyle yeni sayılmaz yaşamak
da.” dizelerine yakın bu ölümlerin hepsi. Bunalım, terk edilmişlik ve
çaresizlik var bu intiharların arkasında. Ressam Van Gogh, göğsüne
kurşun sıkmadan birkaç yıl önce yazdığı şu mektupta sanki intiharının
işaretlerini vermiş: “… Yaşadığım korkunç bunalımı yenebilsem, kendi
kendime yinelediğim, çevreden işittiğim ayıplamaları üstümden atabilsem,
gerçek bir gelişmeye ulaştırabilecek fırsatı, gücü bulabilsem ve
bulduğum yolda azimle ilerleyebilsem…”
Yine bunalımda olan ve
daha önce de birkaç kez intihar girişiminde bulunan Virginia Woolf,
Sussex’te, ceplerine taş doldurup Ouse ırmağına bırakıverdi kendini.
Bütünüyle aklını yitirmekten, bütünüyle saplantıya dönüşen bu korkudan
kurtuluşu ölümde bulan Virginia Woolf, kocasına bıraktığı mektupta
“Senin yaşamını berbat etmeye devam edemem. Yapabileceğim en doğru şeyi
yapıyorum..” diyordu.
Kitapta olmayan; ancak eksikliği hissedilen
edebiyat eleştirmeni Ken Adachi’nin bıraktığı son mektup ise bir
itirafın yanında ‘intihal’cilere karşı adeta bir manifesto
niteliğindedir: “Yazılarımın birinde, belirli bir paragrafın gerçek
yazarı ben değilim. Başka bir yazara ait 40 sözcüklük bir bölümü
onursuzca çalmış ve bunun pek göze çarpmayacağını sanmıştım: Oysa özenli
bir okurum, yaptığım çalıntıyı bana anımsattı. Dostlarım lütfen beni
bağışlayın.”
19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa ve Almanya,
intihar eden yazarlardan etkilenerek aynı yöntemle yaşamlarına son veren
okurlarla çalkalandı. William Shakespeare’in eserlerindeki 50’den fazla
intihar vakası da o dönemlerde intiharı tetikledi mi bilinmez; ancak
son yıllarda Batı dünyasında yazar intiharlarına pek rastlanmıyor.
Tabii, aynı şeyi Türkiye için söylemek pek mümkün değil. Türkiye’de
çeşitli sebeplerle son 10 yıl içerisinde sekiz yazar ve şair intihar
etti. 1994’te intihar eden şair Soysal Ekinci, şiirin ırmağında “düşsel
bir yolcuydu.” Bir şairin ölümünden sonra yazdığı “Ritsos öldü / ve ben
ağladım kendi dirime” dizeleriyle hayata uzak, ölüme yakın olduğunu
haykırıyordu. Bu intiharlar arasında belki de en dramatiği Kaan
Ince’ninkiydi. Şiirlerini kitaplaştırmak için geldiği İstanbul’da, bir
otelin beşinci katında henüz 22 yaşında yaşamına kıydı. Son mektubunda
“intihar edecekmiş gibi sıkarak, düşük boynuna asılı sonbaharı” diyen
İnce’nin şiir kitapları ise ölümünden sonra basılabildi. Geçtiğimiz yıl
intihar eden genç şair Hüseyin Alacatlı’nın kitabı da ölümünden sonra
yayımlandı.
Adem Eyüp Yılmaz’ın hazırladığı ‘Edebiyat ve İntihar’
kitabı, –eksiklerine rağmen– edebiyat–intihar ilişkisini çeşitli
bakımlardan ‘okuma’ imkanı sunuyor. Ve bir şeyi daha hatırlatıyor:
Edebiyatçılar, hayatın en çok incittiği insanlar, daha çok da
savaşların. Ne çare ki intihar hiçbir şeyi çözmüyor, aksine muazzam bir
hayatın gülünü solduruyor ve bir acı yumağı bırakıyor geride.
Abdullah KILIÇ