Tuesday, January 22, 2013

YA HEP, YA HİÇ



-"Tanrı, anlaşılmak istedi ve insanı yarattı"  gibi benzeri şeyler söyler, tüm kutsal kitaplar.
İnsan anlaşılmak istedi; Tanrı’yı yarattı…
Anlaşılmaktır hep aslolan.. Anlaşılamadığımızdan yakınız. "Bilmem anlatabildim mi..”  ile başlayan: “Beni anlıyor musunuz?” ile devam eden sorular yığınının altında  bırakırız karşımızdakini...
Benim anlaşılmak gibi bir derdim yok! Fark edilmek de istemiyorum..
Farkında olmaya çalışıyorum; kendimin, çevremin ve minicik dünyama girenlerin, çıkanların..
Anlaşılmak, anlaşılamamak; anlamak, anlamamak..
Hep aynı kısır döngü..
Hep vardı hiçe döndü..
Ne hep vardı ne de hiç
Biricik vardı tek başına...
-Yeter, yeter, yeter! Daha ne kadar birlikte yaşayacağız; sen ondan haber ver..
-Bunun kararını ben veremem.
-Ya kim verecek?
-İkimiz...
-Güldürme beni...
-Senden ayrılmam mümkün değil..
-Sen istediğin gibi yaşamayı sürdürdün. Tüm itirazlarıma rağmen, evlendin bile. Sonra, ayrıldın. Ya ben? Başkasıyla yaşamam, senin felaketin olurdu. Beni hiç düşündün mü? 
-Neler çektiğimi tahmin ettin mi? Sadece bana acıdın; susmalarımı, olumlu bir yanıt olarak algıladın, bildiğini okudun.
-Başkasıyla yaşaman mümkün değildi, bunu biliyorsun. Ayrılamazdık, kopamazdık.
-Bu konuda herhangi ciddi bir teşebbüste bulunmayı reddettin. Bir psikoloğa danışmayı bile denemedin. Kendi bildiğini okumayı sürdürdün. Yeter artık! Yaşlandım ama bir kere olsun sevmek, sevilmek nedir; tatmak istiyorum. Bu benim en doğal hakkım.
-Benden ayrılman mümkün olsa bile, seninle kim evlenir; düşünsene..!
-Evet, akılsızım, çirkinim; kendi başıma, hareket etme yeteneğim bile yok ama beni gerçekten sevecek birisi mutlaka çıkacaktır. Bu dünyada yaratılmış herkesin bir nasibi var.
-Saçmalamaya başladın gene! Hadi, geç kaldık! Senin bu zırvalarını çok dinledim. İşe geç kalıyorum.
-Beyefendi’nin işi her şeyden önemli… Sokağın çocukları seni bekliyor. Ayrılamazsın onlardan. Bekçi Bekir geliyor; savulun, gecenin yarasaları!
-Bırak alay etmeyi. Çıkıyorum. Düdüğüm nerede? O çocuklar var ediyor beni, bunu unutma! Onlar sayesinde ekmek yiyoruz.
-Boynuna asılı, baksana! Bunamaya başladın, emekli olamazsın. Sokakta öleceksin; uyuz bir it gibi zehirleyecekler seni. 
-Yeteryeter artık bıktım sendenBeni bir gölge gibi takip etmendensorularından, sorgulamalarından, yargılamalarından..mahkum etmelerinden bıktım, anlıyor musun..?
Belki de kendimden bile bıktım ben.. 
-Bıktı isen çaresine bak, ne duruyorsun..!? Utanıyor musun doktora gitmeye? Bakıyorum da Bekçi Bekir’ in gururundan dübürü görünmüyor!
-Gül bakalım gül! Kocakarı çenesi dırdırından usandım. Tamam gideceğim. Hemen bu gece nöbeti sonrası; gün ışır ışımaz, bulacağım bir yolunu yordamını, kopacağım senden tamamen..! Ne halin varsa görürsün. Gerekirse emekli olup, tüm paramı yatıracağım. Yeter ki sen susbeynimi kemiriyorsun..
-Bu kaçıncı söz verişin.. Neredeyse şarkıya dönüştürdün. Kızman da  çok hoşuma gidiyor. Yalnız soğuyunca unutmak yok, değil mi? Söz mü? Koca Bekçi Bekir, sözünde duracak bu sefer, mutlaka! Bak, aynanın kenarına sıkıştırdığın psikolog Rahmi Bey’in kartını unutma! Kaç kez randevu almak için, elini götürmüştün de vazgeçmiştin sonra..
-Bak şimdi giderayak beni çileden çıkarmak için, elinden geleni yapıyor. Bıktım senin dinmek bilmeyen dırdırından, bıktım!..
-İşine gelmiyor değil mi? Yalnız kaldığında sadece benimle olmaktan, konuşmaktan zevk aldığını yüksek sesle açıklamana ne demeli?
-Deli saçması! Çoraplarım, pabuçlarım, tabancam..sana soruyorum, tabancam nerede..?
-İhtiyarlayan tüm erkekler, çocukluklarına dönerler, unutkan..
-Ve de masum, aptal! Bırak şimdi bana ders vermeyi. Seninle aynı yaşta olduğumuzu unutuyorsun..!
-Neden bana soruyorsun kaybettiklerini?
-Evet, aklımı yitirdim ben. Aramak boşuna. Seninle yaşamak zorunda olmasam; bilirdim ben, yapacağımı..
-Kaçacaktın değil mi? Pılını pırtını toplayıp, sessiz sedasız kaçacaktın! Kaçamazdın. Ben senin gölgenim, ayrılmaz bir parçanım. Bensiz yaşayamazsın, bunu biliyorsun. Belki ben de sensiz..
-Bir gece nöbeti daha başlıyorsavulun!
-Tabii, beyefendinin işi her şeyden önemli… İş, iş, iş, meşgulüm, meşgulüm. Biliyorsun ki seninle sadece evdeyken konuşabiliyorum. Sesimi kaybediyorum, dilimi yutuyorum..
Sessiz çığlığımı duyan yok! Sabrediyorum bütün gece…
-Ekmek parası kazanmak kolay mı? Lokma aslanın ağzında…
***
Artık bu tabanca ağır gelmeye başladı. Gerçi hiç kullanmak nasip olmadı ama korkuluk gibi bir şey. Bir düdük, birde cop; neyime yetmez benim…
Açılın, Bekçi Bekir geliyor..!
İşte geldim. Bu gece hava oldukça soğuk. Kar yağacak sanki karayere!
Gece nöbetim başlar başlamaz; her saat başı, bu İstavrit Sokak’a girmek zorundayım. Dışarıdan ilgi uyandırmayacak denli gizlenmiş tepeciğin üzerinde; çamların arasında, etrafı surlarla çevrili minicik bir sokak. Sokağın etrafın sarmaşıklar sarmış. Kurşun geçirmez kocaman bir demir kapısı var. Kapıda iki mavi bereli ve iki de kurt köpeği; ısırdı ısıracak. Köpekleri severim. Ama korkarım hep tasmalılarından. 
Kapıdan girince karşılıklı dörderden, sekiz villa ve en üstte de dokuzuncu villa saraycık. Ülkenin idaresinden birinci derece sorumlu olanlar ve onların aileleri burada otururmuş. Dokuz haneli İstavrit Sokak’ın sakinlerini, hiç görmedim. Villaların önünde güvenlik kameraları ve altlarında kontrol düğmeleri var. Sağ başparmağımı, alttaki minik ekrana dokunur dokunmaz beni tanır ve "Hello Mr BlackCat" diye seslenir; yani, benim soyadımın İngilizcesi. Sevinirim, mekanik bir sesle “Mr BlackCat” denmesi, gururumu okşar. Her saat başı, bu sokağın dokuz villasına parmak basar, vazifemi yaparım. Villaların önünde çöp tenekesi bile yoktur. Onun yerine, bir bayrak direği ve birer büst bulunur. Kimlere aittir; bilmem. Muhacirim ben…
Bu sokağı severim. Dilinle yalasan, o kadar tertemizdir kaldırımları.... Ama sanki kendi kendilerini hapsetmiş bunlar. Korkuyorlar! Kimden, belli değil. Belki kendilerinden. Kapıda bir ambulans, tepenin üzerinde harekete hazır bir helikopter, kapının arkasında minicik odacıklar. Belki bir bölük mavi bereli ve hizmetçi. Kamuflaj edilmiş her şey, maskelenmiş yüz gibi gülüyor mu, kızıyor mu; anlamak güç. Saklanıyorlar, neden bilmem. Kimden; sormam, soramam… Merak etsem bile yaşayamam ben bu sokakta; kuş sütüyle, havyarla besleseler bile… Ensemde her daim beni takip eden gözler var sanırım. Tüylerim ürperir, soğuk soğuk terlerim ben bu sokakta.
Mavi bereliler sadece göğsümdeki kimliği kontrol edip; “Geç!” derler. Konuşmazlar benimle.. Öyle emir buyrulmuş onlara da emir kulu her biri.. Benim gibi…
Bu sokağın nöbetini, hizmette kırkıncı yılımı doldurunca verdiler: “Herkese nasip olmaz bu devlet hizmeti,” dediler. Bir de gümüş kol saati hediye etti; mahallenin, emniyet amiri: “Elli seneyi doldurunca, altın kaplama vereceğiz!” dediler. Sağ olsunlar..!
Aşağı mahallenin sokakları, karanlıktır hep..
Veba Mahallesi’nin piçleri, Camcı Halil'in fırlama çırağı seni… Bak gene indirmiş sokakların camlarını. Evlerin, hele hele Rum ve Ermeni evlerinin camlarını kırmanı anlamasına anladık da ya, sokak lambaları! Ne zorun var; ulan piç..? Polis arabalarını taşladığın yetmiyor mu? Başım belaya girecek amirimle! Sizin yüzünüzden erken emekli edecekler beni. Gözlerim tavukkarası oldu olacak. Sırtım bitleniyor mu ne? Kaşıyamıyorum da hep!
Çabuk yorulmaya başladım. Düdük çalmaya bile nefesim yetmeyecek bu gidişle. Ama kimseler çakmamalı bu durumu; sevinir domuzlar bana bir şey olursa. Bir kişi bile kapımı çalmaz, yalnız geberirim.. 
Bir de ulan, şu komşu Halime de olmasa; açlıktan ölecez. .Kadın budu off , pırasa, off… Fazla yemişim; öğütmüyor artık midem, taş gibi..
Kırk yıldır bekçilik yapıyorum bu mahallede. Başka bir kente, değil mahalleye bile tayinim çıksa, yapamam. Şaşırırım. Bu mahallenin sokaklarını, karış karış biliyorum.. Son seneler çehresi değişmeye başladı. Eskiden tam tamına bir Muhacir mahallesiydi..
Mübadele kaçkınları; İşkodralılar, Grıbeneliler, Priştineliler, Üsküplüler hep, Kumru Sokak’ına tünemişlerdi. Şimdi kaç aile kaldı Ki, parmakla saysan sayılır. Manastırlılar ve Selanikliler, Kutsal Sokak’ta kalmayı yeğlediler. Kutsal Sokak da “Sokak” hani ha! ya! Pembeye, beyaza boyamışlar duvarlarını. Onlar da tükeniyor yavaş yavaş.. Yeni yetmeler beğenmiyor Veba Mahallesi’ni; ismini değiştirmek, akıllarından bile geçmiyor. Kaçıyorlar lağım fareleri gibi.
Ben bile unutacağım; Dramalı bir Mübadilin torunu olduğumu. Duvarımda sinek bokuyla süslenmiş sarı soluk resimlerden başka hiçbir iz kalmayacak. Dedeme Kara Kedi derlermiş; sivrisineği, iki gözünün ortasından vururmuş. Debreli Hasan’ın, tek kızanıymış. Asıl adı “Hüseyin’miş. Çakır gözlüymüş, mavice bakarmış ufka. Resmi var, yatak odamın duvarında. Pala bıyıklarına, iki oğlak asılırmış. Zengini vurup soyup, fakire yedirir giydirirlermiş..
Hey breh! Açılın, Bekçi Bekir geliyor..! 
Kumru Sokak çok sessiz bu gece; köşe başındaki varilin içinden alevler de yansımasa, etraf aydınlanmayacak, zifiri. Şu esrarkeşlerden de bir türlü hazzedemedim; tinerciler, barbutçular, kokoreççiler neyse ama hapçılar da dadanmaya başladı sokağa; kapkaççılar da tombalacılar da… Armutlu sokağını çok severim; iki tepe arasına dizilenmiş evcikler, koca şehrin ortasında minik bir varoş. Sokağın ortasında, kara ben gibi duran bir yatır vardır. Ziyaret denir, saygı gösterilir. Efsunludur; dokunulmaz! Küçücük balkonlara dizilenmiş gazyağı tenekelerinden saksılar da sıram sıram, acı biberler mi istersin, karanfiller mi,  manolyalar, hanımelleri, sardunyalar, kasımpatılar mı? Kekik mi, nanemi, anason mu, portakal mı? Kokularla bezenmiş, renkli düşler gibidir. Gecesi ayrı bir başka, gündüzü bir başka kokar, Armutlu’nun. Evlerin duvarlarına yaslanıp, kestiresim gelir yaz geceleri. Mart’ta, sevişen sokak kedilerinin çığlıklarından geçilmez Armutlu’da. Aşk başkadır  Armutlu’da.. İsyan kokar; teslim olmaz, teslim etmez sığınanını. Demem o ki, Kumru sokak gibi, vefasız değildirkadirşinastır. Hasıdır sokakların hası...
Armutlunun hemen altından Zambak Sokak’a varılır. Mahallenin en kibar, en hassas, en gizemli sokağıdır.. İçine girince, sanki pembe köşklere girmiş gibi hissedersin kendini. Rengârenk duvarları sana “hoş geldin” der. Seni, sen olduğun için, neşeyle ağırlar. En bereketli sofralarını sana sunmak ister. Enfes yemek kokularından geçilmez orada. Ağzım sulanır gece vakti off! Mide fesadı olacağım bu gidişle. Bu kadar yenir mi, bre Bekir!
Bu sokakları, adım adım dolaşırım her gece. Sabaha dek usanmadan, senelerce…
Kiminden hizmetimin karşılığını görürüm, minik bir tebessümle bile olsa; kiminden de küfür yerim; yedi dilde! Eskiden selam verirlerdi, şimdi sabahçı kahvesindekiler bile, somurtuyor bana. Veba Mahallesi’ni tanımaz oldum. Cüzzamlılar gibi, yüzleri düşmüş. Kimse gülümsemiyor, kaçıyorlar ışıktan. Camcı çırağı Sadık’ın anası da cüzzamlıymış dediler. Eskiden çok güzelmiş haspa. Karaköy’de çalışırmış. Sıraya girermiş mahallenin yeni yetmeleri; onun tenine dokunabilmek için. Cilvesine, muamelesine; ondan da hası yokmuş derler mahallede. Kaç kez şikayetçi olmuş mahalleli, sokağın adı kötülenmiş.. O da Karaköy Kerhanesi’ne gitmek zorunda mı kalmış ne? Yoktur orospularla işim. Acırım ama, kader kurbanı sefilleri.
Sahi be, belki onun için kırar be, Sadık piçi; sokak lambalarını, karakol camlarını. Polis arabalarının lastiklerini bilem, o şişler muhakkak.
O da ne? O gürültü de ne? Birisini mi haklıyorlar ne..?
Romatizmalı dizimim ağrısı, şimdi zamanı mı breh! Düdüğüm nerde..? 
Vay be! Gene unutmuşum, antenli cep telefonunu evde. Yedi kez çalabilirsem düdüğü öbür mahalledeki Bekçi Şakir’in, sağır kulağı duyar elbet. Düdüğün leblebisi nemlenmiş ötmüyor bir türlü..!
-N’oldu? Açılın bre ipsizler!  Kim, kimi biçmiş..?
Açılın breh, erkek bozuntuları; açılın dedim size… Burada kanun var!..
Şu tabanca tam da tutukluk yapacak zamanı buldu: “Boşa mermi harcama,” demişti amirim, ama..
-Açılın bre ahali, kanun var burada!
Hah şöyle! Hizaya gelin bakalım. Tabanca sesi sizi adam eder..!
-Kim soymuş bu yavrucağı? Kim kana bulamış..!! Sadık evladım, duyuyor musun, Bekçi Bekirim ben.. Ses ver yavrum! Şişlemişler yavrucağı! Berbat etmişler!  Ulan allahsızlar!
Açılın..! Açılın..!
-Ne olacak be oğlum Şakir, telefonu unutmuşum evde.. Düdük de çalışmadı..!
Hadi ara acili de ambulans göndersinler, deşmişler yavrucağı! Gocuğumu atayım bari üstüne yazıktır, sübyandır, mazlumdur. Günahtır!
Açılın, açılın! Bu çocuğun anasına haber salın..! Hemen gelsin..
Hadi evinize.. Hadi gidin! Doluşmayın bakayım! Köçek mi oynuyor burada? Çekin gidin!
Vukuatsız bir gece geçmeyecek mi Allahım, sen benim aklımı koru!?
Ulan ne istediniz bu yavrucaktan be?
İki pencere, bir tencere için bu reva mı?
Hayır, yeter artık! Bu işin çivisi çıktı. Bas istifayı diyor şeytan, çektir git!
Ya emeklilik..!?
“Bekçi Bekir, yıldı kaçtı” dedirtmem ben adama!
Bu işin de kendisine göre bir raconu yok mu?
Tüyü bitmemiş polis ile aramdaki fark ne?
Mektep medrese göremediysem, bu suçu neden hep bana yüklerler..!?
Her gece birkaç cenaze çıkıyor bu mahalleden..!
Devlet başademiyor. Ben mi? Belki devlet, bu mahallenin kendi kendisini kemirmesini, tüketmesini istiyor. Belki işine geliyor arazi mafyasının. Baştan aşağı yıkıp gökdelenler dikecek, gökyüzü kararacak. Belki de onlar çıkarıyor yangını tufanı..!
Bekçi Bekir.. Hadi oğlum git evine..! Sabah olmadan gidersem, amirim ne der bana!
Bu sokakların selameti benden sorulur..! Pöh! İhtiyarladın oğlum Bekir. Karakedi fındık faresini bile yakalayamaz oldu! 
Sokağın kara kedisi Sadık da gitti..
Götünüze kına yakın!
Ben de gidiyorum lan.. İstavritiniz de Vebanız da Kumrunuz da sizin olsun!
***
-İstifayı basmanın sırası mıydı şimdi..? Nasıl geçineceğiz yarım yamalak maaşla..
-Başka çarem olmadığını bal gibi biliyorsun; çok geç artık, dilekçeyi geri alamam..!
-Bu bilgisayarı almasını biliyorsun. Her gece sabahlara dek ekranın başında pinekliyorsun. Sırası mıydı böylesi masrafa girmenin? İnternet, telefon ücreti de cabası..
-Kadın, susmaz mısın sen biraz..! Geceleri uyuyamıyorum hala. Gece bekçiliğinden kalan maraz..
-Sosyal paylaşım sitelerinde gezinip duruyorsun.. Kimlerle lafladığını izliyorum. Ayıp ayıp. Kendinde küçük kadınlarla… Git kendine yeni iş bul mesela, boş zamanlarında en çok sevdiğin kitap okumayı da bıraktın. Kütüphanen toz altında mahsur, mahzun!
-Kerhanede bile bekçilik vermezler bana. Rüşvetle çalışıyor tüm sistem.
Bulacağız bir yolunu muhakkak..! Şimdilik ne açız, ne de açıkta..! Gün ola harman ola..
Kitap okuyamıyorum. Bu doğru. Internet, yaşamımın bir parçası oldu.. Bu da doğru. Bir sürüyü takip ediyorum; çobanı, görünmese de..
-Bıktım senin tekerlemelerinden, mazeretlerinden, savsaklamalarından..
-Ben de senin çenenden!
-Öyleyse hallet, hemen..! Kurtul benden!
-Biliyorsun, bu imkânsız gibi bir şey! Eşek yükü kadar para gerekli, kolay mı?
-Doktor Rahmi Bey’e gidelim dedim ben sana. Bir yol yöntem öğretir en azından. Her yerde tanıdığı var.. Medyada onun ismi geçiyor; her zaman, her kanalda..
-Medya da mı dedin? Dur, tamam! Buldum galiba..!
-Ne buldun? Define mi?
-Gülme! Şaşacaksın! Gidiyoruz, hemen şimdi!
-Randevu aldın mı? Öyle, elini kolunu sallayarak gidemezsin! En az birkaç hafta bekleyeceğiz belki de daha fazla..
-Haklısın. Ver kartını, hemen arıyorum. Tamam, aynanın yanına koymuşum..
Alo, Rahmi Bey’in kliniği mi? Evet efendim, randevu almamız mümkün mü? Acele! Bir ay mı dediniz? Nasıl olur! Peki, peki yazın lütfen. İptal olunca beni arayacak mısınız? Çok teşekkürler..!
-Gördün mü ne kadar kolaymış..! Bir işe başlamak, başarmanın yarısı; bitirmenin tamamıymış..
-Şimdi de sen başladın tekerlemelere..
-Sosyal paylaşım sitelerine girmekten vazgeçmen mümkün mü?
Anladım, kendine ait bir siten var; şiirlerini, fotoğraflarını asıyorsun. Bu sana yetmez mi?
Hele o kadınla konuşmanı hiç mi hiç hazzetmiyorum. Hani şu çocuğu olan, yan yana resmini asmış sayfasına.. Sen de beğenmişsin… İşler tıkırında yani. O kadın çok genç değil mi?
-Biliyorum, her saniye beni izliyorsun. Sana hesap vermek zorunda kaldığım için eziliyorum. Özgürlüğümü kısıtlıyorsun. Kıskanıyorsun değil mi? Söyle! Gençmiş. Ne var yani, seviyoruz birbirimizi anladın mı? Anlayamazsın sen, sevgiyi tatmamışsın bunca yıl! Boşuna konuşuyorum..!
-İzlenmek kötü biliyorum. Ama elimde değil., bunu sen de biliyorsun. Onu sevdiğini de biliyorum. Sana masal okurken gözlerine baktım, parlıyordu.. Binbir gece masalları. Neler anlatmak istiyordu sana acaba!? Şehriyar!
Bundan sonra senin adın “Bekçi Şehriyar” olsun. O da “Şehrazat” olmayı kafaya koymuş baksana!! Her halinden belli. Kumrular gibisiniz.. Maşallah!!
-Dalganı geç bakalım. Senden kurtulur kurtulmaz ona koşacağım..Uçacağımmmm!
-Uçağa binmekten korktuğunu biliyorum Vencouver'e, Kanada'ya dek nasıl uçacaksın en az 12 saat..!? Hem nereden bulacaksın o kadar parayı? Banka mı soyacaksın!?Hem kaç kelime İngilizce biliyorsun..!? Orada yaşayabilecek misin? Ne zamana dek vize alabilirsin!? Tuvalet bekçiliği yaparsın belki orada!
-Sen paradan bahset bana. Bulunca göreceksin.. Her yerde yaşarım ben! Hele sevdiğimle..!
Kenef de temizlerim.. Limon da satarım. Hem limon satmak için, dile ne gerek! Dedem Anadolu’ya sürgüne geldiğinde kaç kelime Türkçe biliyordu sanıyorsun!
-Sen o kadını yakından tanıyor musun? Evli midir, ayrılmış mıdır, anası, ıdsı, dıdısı var mıdır, işi gücü.. Sordun mu bunları? Sormadın! Birkaç gün çet yapmakla nasıl anladın?
-Sormak, sorgulamak âdetim değil. Anlatırsa dinlerim. Önce sevgi.. Sonrası gelir..
-Güven, saygı vs tekerlemelerin. Parasız olmadığını, olamayacağını biliyorsun bal gibi!
Samanlık seyran olalı çook oldu! Boş ver sen bu palavraları.. Yemezler!
Bir başkasını unutmak için seni sevmişse, yaraya tuz basmak gibi mesela! Ya o adam aniden karşınıza çıkarsa bir gün; çocuğun babası mesela! Veya senden bıkınca ona dönerse; o zaman halin nice olur!?
-Bana karşı oldukça insafsızsın. Beni benden daha iyi anladığını düşünüyorsun. Bunu anlarım ama aramıza girmeye kalkma..!
Sormadım dedim ben sana! Zamanı gelince anlatmasını bekleyeceğim. Birkaç ipucu veren şiirlerini postaladı bana. Ne zamana dek bilemem ama bekleyeceğim. Ben her şeyimi açtım ona; beni, olduğum gibi kabul edeceğini söyledi. İnanıyorum ona. Sevgi inanarak kökleşir yüreğinde insanın.
-Senin yüreğin yok ki sadece beynin var!
-Ya senin..!?
-Ben yüreğimle düşünmeyi öğrendim. Belki çoğu kadın, benim gibi olmayabilir mesela o kadın! Seni satın almak da isteyebilir mi?
-Neyimi satın alacakmış? İpsizin sapsızın tekiyim!
-Kapa çeneni! İnternetten çağrı göndermiş. Konuşma saatimiz geldi. Konuşmaya doyamıyorum. İzlemeyi de bırak.. Uyu şimdi..!
-Senden kopuncaya dek tilki uykusuna yatacağım bil bunu!
-Sen bilirsin..! Yeter ki sus! Aklım karışıyor; ikinize laf yetiştirmekten… 
-Sustum!
***
Mart’ta yakınlaştık seninle. Bugün 27 Mayıs sevgili, yarım asır olmuş; askerler, sivil otoriteyi ele geçirileli. Şimdi de siviller rövanşını alıyor bu kısır döngünün. O zaman sen henüz doğmamıştın.. Ben ise çocuktum. Sakalım, bıyığım henüz terlemişti. Tahterevalli gibi, hiçbir şey değişmedi. Oyun aynı, yazanlar aynı, oyuncular; maskelerini değiştirdi. Zaman daha da "kekeleşmekte.” Bari sen kekeleşme; konuş, anlat bana kendini. Seni tanımak istiyorum, senin kendini tanıtacağın kadarını bilmem yeterli ise eğer. 
Bu seni rahatlatıyorsa… 
Bugün 27 Mayıs sevgili; sana şiirler yazsam az. Anlatamam sevdiğimi. Kelimelerim kısır kalır; anlatamam menekşe gülüşlerinden uçuşan kelebekleri. "Kelebek etkisi" derdin, sen hep; işte öylesine uzağım yakınlığım oldu. Yalnızlığım, çoğulluğum oldu seninle..
Oralara dek gelir miyim; nasıl gelirim bilmiyorum..
Buralara dek uçar mısın; nasıl kanatlanırsın, onu da bilmiyorum..
Ama, bu evren var oldukça ;biz ikimiz, bir yerde buluştuk; orada yaşamayı sürdüreceğiz..
Sesimiz kaybolmayacak. Sarı yıldızdan akacak dünyamıza her mevsim. Gülkurusu dudaklara konacak.
Soluğumuzun sıcaklığı yok olmayacak; ona, onu veren enerji var oldukça...
Kısa zamanda her şey yoluna girecek. Umut etmek istiyorum..
Anlatılarını bekliyorum. Gecikme, geç olmasın..
Yakında Rahmi Bey adında bir doktorla görüşeceğiz..
Sana anlatacaklarım var… Hep..
Seni sevdiğimi unutma… Hep....
Hiç...
***
-Buyurun şöyle oturun.. İstediğiniz gibi. Kendinizi rahat hissedin önce. Size fazla soru sormayacağım.. Kendinizi anlatmanızı istiyorum. Anımsayabildiğiniz kadar gerilere gidin lütfen.. Anlatın. Sesinizi kaydediyorum izninizle. Umarım bir mahzuru yoktur. Paltonuzu çıkarın. İsterseniz, sırt üstü uzanın şu sedire..
-Ne paltomu çıkarmak, ne de sırtüstü yatmak istiyorum. Böyle rahatım.
Kendimi bildim bileli, beni gölge gibi takip ediyor. Ondan ayrılmak istiyorum. Olmuyor..
Nasıl yardım edersiniz, bilemiyorum. Yoruldum, sıkıldım, bıktım. Kendimi okumaya verdim. Maaşımın yarısını kitaba ayırıyordum, şimdi de internetten çıkamıyorum. Takıldım kaldım...
-Ha.. Kim!? Hımm.. Anladım efendim.. Devam edin…
-Her an arkanızdan birinin, sizi takip ettiği hissini düşünün. His değil bu; gerçeğini düşünün bir de.. Ensemde iki göz kocaman. Evlendim,  rahat yüzü görmedim. Ayrıldım.. Şimdi bir kadınla konuşuyorum, çok uzakta. Beni seviyor, ben de onu. Ama, bu bana engel oluyor. Ondan kurtulmak istiyorum. Yardımınıza ihtiyacım var. Hem de çok..!
-GATA’ da tanıdığım uzman arkadaşım var.. Bu belki size pahalıya mal olabilir. Ama denemeye değer. Sizi sakinleştirmek için bir ilaç yazacağım. O konuşup, sizi rahatsız edince kullanırsınız. Günde dört taneden fazla almayın. Referans mektubunu, sekreterimden alabilirsiniz. İyi günler diliyorum. Geçmiş olsun!
-Bu şekilde ayrılmanın psikolojik sorunlar yaratması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bana ne kadara mal olabilir..? Malum mahalle bekçiliğinden emekliyim; üç beş kuruşum var yastık altında.
-Meraklanmayın hallederiz. Sekreterim, size randevu verecek efendim.. GATA’dan sonra tekrar görüşeceğiz mutlaka. Emin olun! Tekrar iyi günler. Sorun olursa, beni cep telefonumdan da arayabilirsiniz. Size her konuda yardımcı olacağım. Merak etmeyin!
-Teşekkürler. Size de iyi günler..!
***
Alo! Şerafettin Bey’i bağlayın lütfen. Merhaba dostum, GATA’da havalar nasıl? Çok güzel.
Sana bir hastamı gönderiyorum; Bekir Karakedi. Bugüne dek rastlamadığım bir vak'a. Nasıl anlatsam, bilemiyorum. Sana yazdım, elektronik postadan alırsın biraz sonra. Ama, tam piyangoluk, ikimiz için de. Medyayı bana bırak. Bütün kanallara haber edeceğim.. Yeter ki bülbülü konuştursunlar... Tabii, Sağlık Bakanı’nı da sen ayarla. Bomba gibi bir haber! Oskarlıksın sen azizim! Bu iş bitsin, seninle bir Paris yaparız. Öptüm dostum.. Leyla’yı da öp benim için..
***
-Rahmi Bey, GATA'ya havale etti. Profesör Şerafettin Bey’e.. Neden anlamadım ama; “önce orayı gör” dedi. Aniden neşelendi, güldü. Kavrayamadım. Bu ilacı da sakinleşmem için verdi. Kapıdan çıkarken sekreteri resmimi çekti; kavrayamadım neden? Tebessüm de etmeyi ihmal etmedi, şıllık!  Bana kalırsa kamburuma taktılar ya… Neyse..
-Gördün mü ne kadar kolaymış; senelerdir, ihmal ettin.. Alladın, pulladın, salladın...
-Dur ilacı bırak içme alışkanlık yapabilir. Şimdi ne yapacaksın..?
-Bugün yarın  GATA’dan ararlar, oraya gideceğiz..
-Yaşasın! Kurtulacağım artık senden .! Sen hazır mısın? Güveniyor musun Şerafettin Bey’e? Hemen aramazlar, bekleyeceğiz.
-Beklemek, beklemek; ölümü beklemek en kolayı; ne zaman, nerede bilinmiyor. Hoş geldi, sefalar götürdü.
-Yaşamak varken, ölümü anmak; çağırmak kapıya Azrail’i. Daha çok erken. Belki benim için, yarıda kalanlar için, yarımlıklardan sarkan şakayıklar için, senin için de geç değil..
-Ben hep geç kaldım; geciktim, yetişemedim zamana, hızına erişemedim, ayak uyduramadım. Nal topladım hep… Hiçliğe kavuşmak için..
***
-Alo Şerafettin Bey? Tamam, anladım. Hemen çıkıyoruz. Çantam hazır. Üçüncü katta buluşuruz. Medya mı dediniz,  anlayamadım? Peki, ben hazırım. Siz uçak biletimi aldınız mı? Tamam, anladım. Görüşmek üzere…
-Ne uçağı, ne bileti? Ne dolaplar çeviriyorsun, söylesene? Nereye uçuyorsun, ne planların var? Anlat bana, n’olur? 
-Meraklanma,  anlatacağım. Önce hastaneye gitmemiz gerek. Bizi bekliyorlar..
-Saklama anlıyorum, hissediyorum. Benden kurtulur kurtulmaz o kadına uçacaksın.. Kanada ya. Yolun açık olsun. Seni tutan kim..!? Neden dolanıyorsun odanın içinde? Neden duvardaki resmi indirdin? Şaşkın ördek gibisin. Korkuyor musun hastaneden? Hadi söyle..!
-Senelerim geçti bu evde; Acı tatlı tüm anılar sinmiş duvarlara. Annem ve babamın resmini aldım sadece. Bir kat iç çamaşır, pijamalarım, terliğim, okuma gözlüğüm, radyom o kadar.
-Bilgisayarı kapatmayı unutma. Sevgiline mesaj yolladın mı? Merak eder seni. Biliyorsun, seviyor seni, senden fazla..!!! Buzdolabını da kapat; bozuk biliyorsun, su akıtıyor!
-Dün gece yazdım kısaca meraklanmasın deye. Blog sayfamı da yeniledim. Hadi çıkıyoruz, eyvallah.
-Kaplumbağa gibisin. Seviyorum bu halini telaşlanman bile yavaş, ağır ağır ayrılmaların; acelesiz. Geriye bakmıyor gibisin ama aklın hep geçmişe takılı. Yılgın değilsin.. Ne de yalıtılmış, yalın, salına salına gidişin bile umarsız, beklentisiz ama belkemikli duruşun..
-Sus artık! Üzüyorsun beni. Bu sokaklar, adımlarım kalacak geride yürünmemiş köşelerde. Sokağın çocuklarının sancısı sinmiş parkelere, sıvasız evlerin isli bacalarından tüteceğim bir gece vakti gene “Savulun, bekçi Bekir geliyor..!”
***
Neredeyiz? Söylesene Bekir! Kocaman bir fanusun içindeyiz sanki. Seni yüzükoyun yatırmışlar. Tepedeki adamlar- kadınlar da kim.. ? Kameralar, flaşlar, karşıdaki televizyon ekranında senin görüntün. Üzerine tişört giydirmişler.. Başkan Adayımız, oklar.. Ve sen gülüyorsun.. Seçimlere aday mı kaydettiler seni? “Başkan babamız Bekçi Bekir…” Slogana bak sen! Bekir, Bekir;  uyumanın sırası mı şimdi? Karakedim, uyan!
A -aa.. Dünya televizyonları seni gösteriyor! Papa Hazretleri de Bekçi Bekir' in ayrılmasına karşıymış. Sadece Washington kerhen destekliyormuş senin Başkan adaylığını. Seçim afişleri.. Hep senin resmin muhalefettenmişsin.. "Müzmin Muhalif Bekçi Bekir" sloganına bak hele! Beğendim.! Göbeğin çok büyük çıkmış afişte. Bütün gece bilgisayarın karşısında oturursan böyle olur. Karakedim, uyan!
Borsalar da senden bahsediyor baksana! Tüm kumarhaneler, at yarışları durmuş; senin ayrılman üzerine, bahse girmiş milyonlar..” Asrın Olayı” imişsin ve mişiz.. Benim haberim yok! Uyan, Karakedim… Uyan! Sırası mı sızmanın şimdi.. Ne içirdiler sana..!? Kolundaki iğne de neyin nesi? Serum veriyorlar sana! Çevremizdeki maskeli adamlar, kadınlar ne yapıyorlar öyle..?  Uyannn!
-Sus bre, kadın! Kaç gecedir uyuyamıyordum evhamdan sızmışım. Yaptıkları iğnenin etkisi olmalı. Ne güzel rüya görmeye bile başlamıştım; sisler içinde, bembeyaz.
-Oh! İçim rahatladı. Konuş. N’olur anlat, ne oluyor bize..!? Susacağım. Sen, konuş demeden bir kelime bile etmeyeceğim söz! Yeter ki anlat; merakımı gider… Bekir!
-Önce “Bekir, Bekir” deyip, durma! Bu isimden öylesine bıktım ki sanki bekçi köpeğini çağrıştırıyor. Senden başlayayım: Sana isim koymamışlardı, ama sen hep vardın benimle; vazgeçilemez bir parçamdın; yüreğimdin...Ne yaptığını, nasıl yapacağını hep biliyordun, dengeliydin dengeli… O nedenle senin adın "Hep" olsun, tamam mı..? 
Ben hiçliklerde dolaştım, neden neyi aradığımı bilmeden belki kaybettiğim çocukluğumu aradım ömrümce. Sokakta oynamayı aradım. Topun peşinden koşabilmeyi. Bisiklet binebilmeyi. Paltosuz dolaşabilmeyi aradım. Eve, kitaplara kapandım. Hafız olacaktım az daha. Aradıklarım elimden kaydı birer birer. Bomboşum şimdi. Benimkisi de "Hiç" olsun..
Hep'le Hiç in öyküsü bu, yarımlıklardan arta kalan. Senelerdir bu sır, ur gibi yapıştı sırtıma. Kemirdi beni. Anlatsaydım; anlatabilseydim;  sağaltacaktım acılarımın en köklüsünü, suya atacaktım; asi bir nehre bırakacak, unutacaktım. Gel gör ki, anlatamazdım sana bunu… Demek ki şimdi imiş sırası..
Analığımız anlattı ben sünnet olduğum gün: “Gel artık sen ‘erkek’ oldun.. Bazı şeyleri bilmen gerekli,” diye başladı: Yedinci çocuğunun da kız olarak doğduğu soğuk bir Cuma sabahı, kambur müezzin Feyzullah efendi, dalgın ve üzgün Yeni Cami’ye gidiyormuş. Kapının önünde kundağa sarılı bir erkek bebek bulmuş; göbeği, dişle kesilmiş. Kundağın içinde anne ve babamızın resmi varmış. Ve kısa bir not varmış dua ile sonlanan..
Babalık, "Bu bebek, bana yüce Allahın lütfu" deye, bağrına basmış. Süt anam, önce kabul etmemiş emzirmeyi süt kardeşim Ayşe ile, sonra boyun eğmiş Feyzullah efendiye. Sen yavaş yavaş büyümeğe başlamıştın. Babalık farkına varınca utanmayayım deye, okula bile göndermemiş. Hafız yapacakmış beni: "Okuyup da âlim mi olacak” mışım-mışız…" Askere bile almadılar.. Babalık öğretti okuyup yazmayı. Kitap kurdu oldum sonra da Gece bekçiliğinden başka da bir iş bulamadım. Koca gocuğuma sarılıp yollara düşüyordum. Sokak sokak, sen büyüyordun; sessiz çığlıklarını duyuyordum. Sadece evde ben yalnızken konuşuyordun benimle. Seninle iyi anlaşıyorduk ta ki, sütkardeşim Ayşe' ile başgöz edilene dek. Onu hiç sevmedin, sevmen de gerekmiyordu. Onunla senin aranda kaldım...
"İki arada, bir derede nasıl kalınırmış" çok iyi bilirim.
Babalık çok değerli bir insandı. Vicdan sahibiydi. O ölünce, Ayşe’den ayrıldım..
Sonrasını biliyorsun..!
Senin de sevmek, sevilmek elbette ki hakkındı. Ayrılmayı sen istedin, ben planladım.. Ama, böyle gürültü koparacaklarını tahmin etmemiştim. Medyayla yatan, sersem tavuk gibi kalkıyor; tüyleri yolunmuş. Mecburdum.. Böylesi bir ameliyat için. Kanada’ya uçabilmek için, paraya ihtiyacım vardı biliyorsun!
Reklam şirketlerinin eline düşmenin, ne demek olduğunu öğrendim.. Ama, artık geç..
Papa bizim ayrılmamızı istemiyormuş..! Tuhaf değil mi? Muhalefet partisi de Başkan adaylığı listesinin başına geçirmiş Bekçi Bekir’i; "Müzmin Muhalif Bekçi Bekir" sloganı tutar mı, bilmem ama Dünya beni, yani bizi konuşuyormuş günlerdir.
İzlenme rekoru kırmışız. Diziler iptal edilmiş.. İmparatorun savaşan askerleri bile üç günlüğüne bizi izlemek için silahlarını susturmuş. En çok bu haberi beğendim..!
Hep, birazdan uyutacaklar sanırım. Çok derin bir uykuya dalacağız. Umarım, gözlerimizi açtığımızda ikimiz..!
Eğer uyanamazsam küllerimi Menderes nehrine savuracaklar.. Palamutlaşacağım Ege'ye varmadan....
-Evet, ikimiz bir daha birlikte olamayacağız. N’olur biraz ben de konuşayım..mı!?
Seni kıskandım; Ayşe’den, Kanadalı o kadından Ama herkesten. Bunu fark ediyordun. Fark etmemen imkânsızdı. Ben kalbimle; görüyor, düşünüyor, sesleniyordum sana. 
Sen, sadece beyninle
Kardeşimdin..! Tanıdığım, tenini, kokusunu hissettiğim tek erkek sendin!
Ayşe ile sevişirken ben, sırtında büzülmüş; ne hale geliyordum, tahmin edebiliyor musun?
Eziliyordum, ufalanıyordum, sıfırlanıyordum! Onun eli, senin yüzünde, vücudunda gezinirken. Saçları… O mavi gözleri..! Beni çılgına çeviriyordu!
Sen sırtını çevirip uyurken, o beni okşuyordu! Anlıyor musun? Seviyordu!
Ben de ondan hoşlanıyordum. Ellerim erişemiyordu, dudaklarım yoktu, sesim kesilmişti; sadece yüreğim delice çarpıyordu!
Artık söylemenin vakti geldi, geçti belki de..
Sen, beni Ayşe'den kıskanıyordun! Onun bana olan sevgisini sezmiştin..
Ondan ayrılmanın gerçek sebebi de buydu!
Sen beni seviyordun! Karakedim!
Ben onun için senden ayrılmak istedim…
Ölünceye dek sırtında bir kambur.. Bir kene gibi yapışmaktan bıktım…Bana ad bile takmamışlardı.. Bekçi Bekir’in kamburuydum.. Paltosunun altına saklanan,  yaz kış demeden!
Anlıyor musun ? Bıktım...!
Ben sadece bir erkek tanıdım.. O da sendin! Seni sevdim! Kara-belam!
-Sus! Sus artık konuşma..Çok geç.. Ama her şey için çok geç..! Azap veriyorsun! Beynim ufalanıyor, gözlerim kararıyor, kulaklarım çınlıyor... Narkoz verdiler galiba her yer bembeyaz.. Bir tünel var önümüzde; ben ve sen uçuyoruz. Beyaz kelebekler gibi..
Hep.. Hep.. Yakala elimi...
Senin küllerini de Asi nehrine savuracaklar..istavritleşeceksin Akdenize ulaşınca..
İki deniz birleşince kardeşcesine..
-Hiç.. Artık hiç ayrılmayacağız...!
Hiç...
***
Ulusal ve Uluslararası Haber merkezi:
Tüm dünyanın merak ve heyecanla izlediği; üç gün, üç gece süren başarılı operasyon neticesinde Veba Mahallesi’ne kayıtlı Bekir Karakedi ikiye ayrılmıştır. 
Bekir Karakedi’ye kendi isteği üzerine yapma kalp takılmıştır! 
Prof. Dr. Rahmi Bey ve ekibinin kontrolünde, her türlü tıbbi müdahale yapılmasına rağmen Bekçi Bekir yaşatılamamıştır. 
Prof. Rahmi Bey; “Bekir Bey, ikizinin kalbini takmamıza izin verseydi, yaşatabilecektik..” diye beyanatta bulunmuştur.. Tıp dünyasının başı sağ olsun!
Her türlü gerekli bedensel araçlar takılan ikiz kardeşi, bir tek cümle konuşabilmiştir..
" Edi bese! Heyç Baka" deye seslenen bu ikiz kardeşe, Allahtan rahmetler diliyoruz...
"Hilkat Garibesi" bu siyamlı-ikizlerin kadavrası başta Paris, Londra, New York, Berlin ve Tokyo olmak üzere dünyanın sayılı müzelerinde sergilenecektir! Turizm Bakanımız bu konuda gerekli talimatları vermiş bulunmaktadır.!
Bu gösterilerden elde edilecek gelirden bir miktar Veba mahallesinin ortasına bir KaraKedi büstü yapılmasına harcanacaktır..
"Buradan Bir Karakedi Geçti” adlı Kedi büstünün yapım çalışmasına, heykeltıraş Mim Kemal tarafından başlanılmıştır!
Devlet ve Hükümet Başkanlarımız, Bekçi Bekir’in ailesine taziyede bulunmak üzere Cuma namazına müteakip, İstavrit Sokak’ından bando mızıka eşliğinde Veba Mahallesi’ni ziyaret edeceklerdir.
Mahalle sakinlerinin evlerinden dışarıya çıkmaması ve taşkınlıklara meydan vermemesi için, her türlü güvenlik tedbirleri alınmıştır.
Seyyar satıcıların alana girmemesi önemle rica olunur.
Duyurulur!
***
Yeşilbahçe Havalimanı’ndan duyurulur:
Sayın yolcularımız, Kanada Vencouver'e uçacak Boing 736-A uçağımız, iki no’lu girişte yolcularını içeriye almaktadır. 
Sayın Bekir Karakedi, lütfen acele uçaktaki yerinizi alınız.. Bu son anonsumuzdur!
Sayın Bekir Karekedi.. Hep geç mi kalırsınız? Hiç uçağa binmediniz mi!
Neredesiniz? Yok musunuz? Hiç misiniz! ?
***
Alo.. Karakedim? Ne olur ses ver! Telefonunu kapatmış,  gene bir şeylere takmış kafayı..
Bir haftadır yoksun ortalıkta; meraktan çatlayacağım. İnternete de girmemişsin. 
Ne blogların tazelenmiş, ne de sosyal paylaşım sitelerinde beğenilerin var!
Hasta mısın gene? Üşüttün mü!?
Uçağı mı kaçırdın? Bilmiyorum, sana neler oluyor böyle..
Dengesiz adamın tekisin! Kızıyorum sana…
Televizyonda bir haber programı izledim; adam tıpkı, sana benziyordu!
"Hilkat garibesi" imiş..
Ne oldu sana ? Ya ben ne olacağım..?! 
Artık ağlamayacağım! Ama hiç ağlamayacağım!
Sanal âlemdeki tüm hesaplarımı kapatıyorum! Yeter artık!
"Ya hep, ya da hiç" der dururdun bana! ..........Hiç!

Volkan Kemal
Yarımlıklardan Artakalan.. 
19 Ocak 2013 Cumartesi