Tuesday, September 30, 2014

"Yalnızlık" Ödüllü kısa film ve Ya Hep Ya Hiç



31 Ağu 2014 tarihinde yayınlandı

Konu hakkinda dusunceleriniz nedir ?
"Yalnızlık" Ödüllü kısa film... insan psikolojisi
psikolojik durum

...............................


Ya Hep Ya Hiç

Daha ne kadar birlikte yaşayacağız..?
Bunun kararını ben veremem..
Ya kim verecek..?
ikimiz...
Güldürme beni...
Senden ayrılmam mümkün değil..
Sen istediğin gibi yaşamayı sürüdürdün..tüm itirazlarıma rağmen, evlendin bile...sonra ayrıldın..ya ben? Başkasıyla yaşamam senin felaketin olurdu..beni hiç düşündün mü? Neler çektiğimi tahmin ettin mi..?Sadece bana acıdın..susmalarımı olumlu bir yanıt olarak algıladın..bildiğini okudun..
Başkasıyla yaşaman mümkün değildi..bunu biliyorsun..ayrılamazdık..kopamazdık..
Bu konuda herhangi ciddi bir teşebbüste bulunmayı reddettin..bir psikoloğa danışamayı bile denemedin..kendi bildiğini okumayı sürdürdün..yeter artık..yaşlandım..ama, bir kere olsun sevmek sevilmek nedir tatmak istiyorum..bu benim en doğal hakkım
Benden ayrılman mümkün olsa bile..seninle kim evlenir..? Düşünsene..!
Evet akılsızım..çirkinim..kendi başıma hareket etme yeteneğim bile yok..ama beni gerçekten sevecek birisi mutlaka çıkacaktır..bu dünyada yaratılmış herkesin bir nasibi var..
Saçmalamağa başladın gene..! Hadi geç kaldık senin bu zırvalarını çok dinledim.. işe geç kalıyorum..
Beyefendinin işi herşeyden önemli..sokağın çocukları seni bekliyor..ayrılamazsın onlardan..bekçi Bekir geliyor savulun gecenin yarasaları!
Bırak alay etmeyi..çıkıyorum..düdüğüm nerede..? O çocuklar varediyor beni..bunu unutma..onlar sayesinde ekmek yiyoruz..
Boynuna asılı baksana..bunamağa başladın..emekli olamazsın..sokakta öleceksin uyuz bir it gibi..zehirleyecekler seni ..
Yeter yeter artık bıktım senden..beni bir gölge gibi takip etmenden; bıktım çenenden..ancak sokağın gürültüsü senin çeneni bastırıyor..
Bıktı isen çaresine bak..ne duruyorsun..!? Utanıyor musun doktora gitmeğe..Bekçi Bekir in gururundan..dübürü görünmüyor!
Gül bakalım gül..Kocakarı çenesi..dırdırından usandım..tamam gideceğim..hemen bu gece nöbeti sonrası; gün ışır ışımaz bulacağım bir yolunu..yordamını..kopacağım senden..tamamen..! Ne halin varsa görürsün..Gerekirse emekli olup tüm parama yatıracağım..yeterki sen..
Bu kaçıncı kez söz verişin..şarkıya dönüştürdün...Kızman çok hoşuma gidiyor..soğuyunca unutmak yok değil mi..söz mü? Koca Bekçi Bekir sözünde duracak bu sefer..mutlaka! Bak, aynanın kenarına sıkıştırdığın pisikolog Rahmi beyin kartını unutma..kaç kez randevu almak için elini götürmüş vazgeçmiştin..
Bak şimdi gider ayak beni çileden çıkarmak için elinden geleni yapıyor..bıktım senin dinmek bilmeyen dırdırından..
İşine gelmiyor değil mi..yalnız kaldığında sadece benimle olmaktan, konuşmaktan zevk aldığını yüksek sesle açıklamana ne demeli..?
Deli saçması..çoraplarım, pabuçlarım..tabancam nerede..?
İhtiyarlayan tüm erkekler çocukluklarına dönerler..Unutkan..
Ve de masum..aptal..Bırak şimdi bana ders vermeyi.seninle aynı yaşta olduğumuzu unutuyorsun..!
Neden bana soruyorsun kaybettiklerini..
Evet aklımı yitirdim ben.. Aramak boşuna..seninle yaşamak zorunda olmasam..bilirdim ben yapacağımı..
Kaçacaktın değil mi..pılını pırtını toplayıp..sessiz sedasız kaçacaktın..Kaçamazdın.. Ben senin gölgenim..ayrılmaz bir parçanım..bensiz yaşayamazsın..bunu biliyorsun..belki bende sensiz..
Bir gece nöbeti daha başlıyor..savulun!
Tabii beyefendinin işi herşeyden önemli..iş iş iş.meşgulüm meşgulüm..biliyorsun ki seninle sadece evdeyken konuşabiliyorum..sesimi kaybediyorum..dilimi yutuyorum..
Sessiz çığlığımı duyan yok..sabrediyorum bütün gece..
Ekmek parası kazanmak kolay mı? Lokma aslanın ağzında..

.....

Artık bu tabanca ağır gelmeğe başladı..gerçi hiç kullanmak nasip olmadı ama..korkuluk gibi bir şey..bir düdük..birde cop neyime yetmez benim..
Açılın Bekçi Bekir geliyor..!
İşte geldim..Bu gece hava oldukca soğuk..kar yağacak sanki, karayere..!
Gece nöbetim başlar başlamaz her saat başı bu İstavrit sokağa girmek zorundayım..Dışarıdan ilgi uyandırmayacak denli gizlenmiş tepeciğin üzerinde; çamların arasında etrafı surlarla çevrili..minicik bir sokak..Sokağın etrafı sarmaşıklar sarmış, kurşun geçirmez kocaman bir demir kapısı var..Kapıda iki mavi bereli ve ikide kurt köpeği..ısırdı ısıracak.. Köpekleri severim.. Ama, korkarım hep tasmalılarından..Kapıdan girince karşılıklı dörderden sekiz villa ve en üstte de dokuzuncu villa..saraycık..Ülkenin idaresinden birinci derece sorumlu olanlar ve onların aileleri burada otururmuş..Dokuz haneli İstavrit sokağın sakinlerini hiç görmedim..Villaların önünde güvenlik kameraları ve altlarında kontrol düğmeleri var.. Sağ başparmağımı alttaki minik ekrana dokunur dokunmaz..beni tanır ve "Hello Mr BlackCat"..diye seslenir..Yani benim soyadımın ingilizcesi..Sevinirim, mekanik bir sesle Mr BlackCat denmesi, gururumu okşar..Her saat başı bu sokağın dokuz villlasına parmak basar, vazifemi yaparım..Villaların önünde çöp tenekesi bile yoktur..onun yerine bir bayrak direği..birer büst bulunur..Kimlere aittir bilmem..Muhacirim ben..
Bu sokağı severim, dilinle yalasan.. o kadar tertemizdir kaldırımları.... Ama, sanki kendi kendilerini hapsetmiş bunlar.. Korkuyorlar..kimden..belli değil.. Belki kendilerinden..Kapıda bir ambulans. Tepenin üzerinde harekete hazır bir helikopter..Kapının arkasında binicik odacıklar..belki bir bölük mavi bereli ve hizmetçi. Kamuflaj edilmiş herşey..maskelenmiş yüz gibi..gülüyor mu kızıyor mu anlamak güç...Saklanıyorlar.. Neden bilmem.. Kimden sormam.. soramam..Merak etsem bile..Yaşayamam ben bu sokakta kuş südüyle, havyarla besleseler bile...Ensemde her daim beni takip eden gözler var sanırım..tüylerim ürperir soğuk soğuk terlerim bu sokakta..
Mavi bereliler sadece göğsümdeki kimliği konrol edip..Geç! Derler.. Konuşmazlar benimle.. Öyle emir buyrulmuş onlara da..emir kulu her biri.. Benim gibi..
Bu sokağın nöbetini hizmette kırkıncı yılımı doldurunca verdiler..Herkese nasip olmaz bu devlet hizmeti dediler..Bir de gümüş kol saatı hediye etti mahallenin emniyet amiri..Elli seneyi doldurunca altın kaplama vereceğiz dediler.. Sağolsunlar..!

Aşağı mahallenin sokakları karanlıktır hep..
Veba mahallesinin piçleri..Camcı Halil'in fırlama çırağı seni.. Gene indirmiş sokakların camlarını..Evlerin, hele hele Rum ve Ermeni evlerinin camlarını kırmanı anlamasına anladık..ya sokak lambaları..ne zorun var ulan piç..? Polis arabalarını taşladığın yetmiyor mu? Başım belaya girecek amirimle..sizin yüzünüzden erken emekli edecekler beni..Gözlerim tavuk karası oldu olacak..sırtım bitleniyor mu ne.. Kaşıyamıyorum da..hep!
Çabuk yorulmağa başladım..düdük çalmağa bile nefesim yetmeyecek bu gidişle..Ama kimseler çakmamalı..sevinir domuzlar bana birşey olursa.. Bir kişi bile kapımı çalmaz..yalnız geberirim..
Birde..Ulan şu komşu Halime de olmasa açlıkdan ölecez..Kadın budu..pırasa..off fazla yemişim..öğütmüyor artık, midem taş gibi..
Kırk yıldır bekçilik yapıyorum bu mahallede.. Başka bir kente değil.. Mahalleye bile tayinim çıksa,yapamam.. Şaşırırım..bu mahallenin sokaklarını karış karış biliyorum.. Son seneler çehresi değişmeğe başladı..eskiden tam tamına muhacir mahallesiydi..
Mübadele kaçkınları..İşkodralılar, Grıbeneliler.. Priştineliler..Üsküplüler hep Kumru sokağına tünemişlerdi.. Şimdi kaç aile kaldı ki, parmakla saysan sayılır..Manastırlılar ve Selanikliler Kutsal sokakta kalmayı yeğlediler..Kutsal sokakta sokak hani ya..pembeye beyaza boyamışlar duvarlarını..onlar da tükeniyor yavaş yavaş.. Yeni yetmeler beğenmiyor Veba mahallesini..ismini değiştirmek akıllarından bile geçmiyor..kaçıyorlar lağım fareleri gibi..
Ben bile unutacağım Dramalı bir mübadilin torunu olduğumu..duvarımda sinek bokuyla süslenmiş sarı soluk resimlerden başka hiçbir iz kalmayacak..Dedeme Kara Kedi derlermiş..sivri sineği iki gözünün ortasından vururmuş..Debreli Hasan ın tek kızanıymış..Asıl adı Hüseyin miş..çakır gözlüymüş..mavice bakarmış ufka..Resmi var yatak odamın duvarında..pala bıyıklarına iki oğlak asılırmış..Zengini vurup soyup, fakire yedirir giydirirlermiş..

Hey breh! Açılın bekçi Bekir geliyor..!

Kumru sokak çok sessiz bu gece..köşe başındaki varilin içinden alevler de yansımasa..etraf aydınlanmayacak..zifiri..şu esrarkeşlerden bir türlü hazedemedim..tinerciler, barbutçular..kokereççiler neyse.. Ama, hapçılar da dadanmağa başladı sokağa..kapkaççılar da..tombalacılar da..
Armutlu sokağını çok severim..iki tepe arasına dizilenmiş evcikler..Koca şehrin ortasında minik bir varoş..Sokağın ortasında kara ben gibi duran bir yatır vardır..ziyaret denir, saygı gösterilir..efsunludur..dokunulmaz..Küçücük balkonlara dizilenmiş gazyağı tenekelerinden saksılar..acı biberler..mi istersin karanfiller mi. Manolyalar mı..hanımelleri mi.sardunyalar mı..kasımpatılar mı.. Kekik mi nanemi, anason mu..portakal mı..Kokularla bezenmiş renkli düşler gibidir..Gece bir başka ,gündüz bir başka kokar Armutlu.. Evlerin duvarlarına yaslanıp kestiresim gelir yaz geceleri..Martta sevişen sokak kedilerinin çığlıklarından geçilmez Armutluda..Armutlu da aşk başkadır..isyan kokar..teslim olmaz..teslim etmez sığınanı..Kumru sokak gibi vefasız değildir..Kadirşinastır..sokakların hasıdır..
Armutlunun hemen altından Zambak sokağa varılır..Mahallenin en kibar.. en hassas en gizemli sokağıdır.. Içine girince sanki pembe köşklere girmiş gibi hissedersin kendini..rengarenk duvarları sana hoşgeldin der..seni sen olduğun için neşeyle ağırlar..en bereketli sofralarını sana sunmak ister..enfes yemek kokularından geçilmez orada..ağzım sulanır gece vakti..off mide fesatı olacağım bu gidişle..bu kadar yenir mi bre Bekir!

Bu sokakları adım adım dolaşırım her gece.. Sabahadek..usanmadan..senelerce..
Kiminden hizmetimin karşılığını görürüm minik bir tebessümle bile olsa.. Kiminden küfür yerim yedi dilde..! Eskiden selam verirlerdi..sabahçı kahvesindekiler bile somurtuyor bana..Veba mahallesini tanımaz oldum.. Cüzzamlılar gibi yüzleri düşmüş..kimse gülümsemiyor..kaçıyorlar ışıktan..Camcı çırağı Sadık ın anası da cüzzamlıymış dediler..Eskiden çok güzelmiş haspa.. Karaköy de çalışırmış.. Sıraya girermiş mahallenin yeni yetmeleri..onun tenine dokunabilmek için..Cilvesine muamelesine ondan da hası yokmuş derler. mahallede..Kaç kez şikayetçi olmuş mahalleli, sokağın adı kötülenmiş.. O da Karaköy keranesine gitmek zorunda mı kalmış ne..Yoktur orospularla işim..Acırım ama, kader kurbanı sefilleri..
Belki onun için kırar be Sadık piçi sokak lambalarını..Karakol camlarını..Polis arabalarının lastiklerini bilem o şişler..muhakkak..
O da ne.. O gürültü ne..birisini mi haklıyorlar ne..?
Romatizmalı dizimim ağrısı.. şimdi zamanı mı breh! Düdüğüm nerde..?
Vay be gene unutmuşum antenli cep telefonunu evde..Yedi kez çalabilirsem düdüğü öbür mahalledeki bekçi Şakirin sağır kulağı duyar elbet..Düdüğün leblebisi nemlenmiş..ötmüyor bir türlü..!
Noldu.. Açılın bre ipsizler.. Kim..kimi biçmiş..?
Acılın breh erkek bozuntuları..açılın dedim size.. Burada kanun var!..
Şu tabanca tamda tutukluk yapacak zamanı buldu.. Boşa mermi harcama demişti amirim ama..
Açılın bre ahali, kanun var burda!
Hah şöyle hizaya gelin bakalım.. Tabanca sesi sizi adam eder..!
Kim soymuş bu yavrucağı.. Kim kana bulamış..!!Sadık evladım duyuyormusun bekçi Bekirim ben.. Ses ver yavrum..şişlemişler yavrucağı! Berbat etmişler.. Ulan allahsızlar!
Açılın..! Açılın..
Ne olacak be oğlum Şakir telefonu unutmuşum evde.. Düdükte çalışmadı..!
Hadi ara acili de ambulans göndersinler..deşmişler yavrucağı..Gocuğumu atayım bari üstüne..yazıktır sübyandır..mazlumdur..günahtır..
Açılın açılın..bu çocuğun anasına haber salın..! Hemen gelsin..
Hadi evinize .. Hadi gidin! Doluşmayın bakayım! Köçek mi oynuyor burada.. Çekin gidin!
Vukuatsız bir gece geçmeyecek mi.. allahım sen benim aklımı koru!?
Ulan ne istediniz bu yavrucaktan?
iki pencere, bir tencere için bu reva mı?
Hayır yeter artık.. Bu işin çivisi çıktı..bas istifayı diyor şeytan.. Çektir git!
Ya emeklilik..!?
Bekçi Bekir yıldı kaçtı dedirtmem ben adama!
Bu işin de kendisine göre bir raconu yok mu?
Tüyü bitmemiş polis ile aramdaki fark ne?
Mektep medrese göremediysem bu suçu neden hep bana yüklerler..!?
Her gece bir kaç cenaze çıkıyor bu mahalleden..!
Devlet başademiyor.. Ben mi.! Belki devlet bu mahallenin kendi kendisini kemirmesini, tüketmesini istiyor.. Belki işine geliyor arazi mafyasının.. Baştan aşağı yıkıp gökdelenler dikecek..gökyüzü kararacak..Belki de onlar çıkarıyor yangını tufanı..!
Bekçi Bekir .. Hadi oğlum.. Git evine..! Sabah olmadan gidersem..amirim ne der bana!
Bu sokakların selameti benden sorulur..! Pöh! İhtiyarladın oğlum Bekir..Karakedi fındık faresini bile yakalayamaz oldu!
Sokağın kara kedisi Sadık da gitti..
Götünüze kına yakın!
Bende gidiyorum lan.. İstavritiniz de Vebanız da Kumrunuz da sizin olsun!

..................

İstifayı basmanın sırasımıydı şimdi..? Nasıl geçineceğiz yarım yamalak maaşla..
Başka çarem olmadığını bal gibi biliyorsun..çok geç artık dilekçeyi geri alamam..!
Bu bilgisayarı almasını biliyorsun..her gece sabahlaradek ekranın başında pinekliyorsun..sırasımıydı böylesi masrafa girmenin..internet, telefon ücreti de cabası..
Kadın, susmazmısın sen biraz..! Geceleri uyuyamıyorum hala.. Gece bekçiliğinden kalan maraz..
Sosyal paylaşım sitelerinde gezinip duruyorsun.. Kimlerle lafladığını izliyorum..Ayıp ayıp..Kendinde küçük kadınlarla..Git kendine yeni iş bul..mesela..Boş zamanlarında en çok sevdiğin kitap okumayı da bıraktın..Kütüphanen toz altında, mahsur, mahsun!
Kerhanede bile bekçilik vermezler bana.. Rüşvetle çalışıyor tüm sistem..
Bulacağız bir yolunu muhakkak..! Şimdilik ne açız, nede açıkta..!Gün ola harman ola..
Kitap okuyamıyorum.. Bu doğru.. Internet yaşamımın bir parçası oldu.. Bu da doğru..bir sürüyü takip ediyorum.. Çobanı görünmese de..
Bıktım senin tekerlemelerinden, mazeretlerinden, savsaklamaalarından..
Bende senin çenenden!
Öyleyse hallet.. Hemen..! Kurtul benden!
Biliyorsun bu imkansız gibi bir şey..Eşek yükü kadar para gerekli.. Kolay mı?
Doktor Rahmi beye gidelim dedim ben sana.. Bir yol yöntem öğretir en azından..Heryerde tanıdığı var.. Medyada onun ismi geçiyor..her zaman, her kanalda..
Medya da mı dedin.. Dur tamam.. Buldum galiba..!
Ne buldun? Define mi..
Gülme..şaşacaksın..gidiyoruz..hemen şimdi!
Randevu aldın mı.. Öyle elini kolunu sallayarak gidemezsin! En az bir kaç hafta bekleyeceğiz.. belki de daha fazla..
Haklısın.. Ver kartını hemen arıyorum...tamam aynanın yanına koymuşum..
Alo Rahmi beyin kliniği mi.. Evet efendim randevu almamız mümkün mü acele..bir ay mı dediniz..nasıl olur! Peki peki yazın lutfen..iptal olunca beni arayacak mısınız? Çok teşekkürler..!
Gördün mü ne kadar kolaymış..! Bir işe başlamak başarmanın yarısı; bitirmenin tamamıymış..
Şimdi de sen başladın tekerlemelere..
Sosyal paylaşım sitelerine girmekten vazgeçmen mümkün mü?
Anladım kendine ait bir siten var..şiirlerini fotograflarını asıyorsun..bu sana yetmez mi?
Hele o kadınla konuşmanı hiç hazzetmiyorum..Hani şu çocuğu olan..yan yana resimini asmış sayfasına.. Sende beğenmişsin..işler tıkırında yani..O kadın çok genç değil mi?
Biliyorum her saniye beni izliyorsun..sana hesap vermek zorunda kaldığım için eziliyorum.. Özgürlüğümü kısıtlıyorsun..Kıskanıyorsun değil mi? Söyle!
Gençmiş.. Ne var yani, seviyoruz birbirimizi anladın mı.. Anlayamazsın sen, sevgiyi tadmamışsın bunca yıl! Boşuna konuşuyorum..!
İzlenmek kötü biliyorum.. Ama elimde değil.. Bunu sende biliyorsun..Onu sevdiğini de biliyorum..Sana masal okurken gözlerine baktım.. Parlıyordu.. Binbir gece masalları..Neler anlatmak istiyordu sana aceba!? Şeyriyar!
Bundan sonra senin adın Bekçi Şehriyar olsun..O da Şehrazat olmayı kafaya koymuş baksana!! Her halinden belli.. Kumrular gibisiniz.. Maşallah!!
Dalganı geç bakalım..Senden kurtulur kurtulmaz ona koşacağım..Uçacağımmmm!
Uçağa binmekten korktuğunu biliyorum Vencouver'e..Kanada'yadek nasıl uçacaksın en az 12 saat..!? Hem nereden bulacaksın o kadar parayı..banka mı soyacaksın!?Hem kaç kelime ingilizce biliyorsun..!? Orada yaşayabilecek misin.. Ne zamanadek vize alabilirsin!? Tuvalet bekçiliği yaparsın belki orada!
Sen paradan bahset bana.. Bulunca göreceksin.. Heryerde yaşarım ben! Hele sevdiğimle..!
Kenefte temizlerim.. Limonda satarım..Hem limon satmak için dile ne gerek! Dedem Anadoluya sürgüne geldiğinde kaç kelime türkçe biliyordu sanıyorsun!
Sen o kadını yakından tanıyor musun? Evlimidir ayrılmış mıdır.. Çocuğu var mıdır..işi gücü.. Sordun mu bunları..Sormadın! Bir kaç gün çet yapmakla nasıl anladın?
Sormak, sorgulamak adetim değil.. Anlatırsa dinlerim..Önce sevgi.. Sonrası gelir..
Güven.. Saygı vs.. tekerlemelerin..Parasız olmadığını, olamayacağını biliyorsun bal gibi!
Samanlık seyran olalı çook oldu! Boşver sen bu palavraları.. Yemezler!
Bir başkasını unutmak için seni sevmişse..yaraya tuz basmak gibi mesela! Ya o adam aniden karşınıza çıkarsa bir gün..Çocuğun babası mesela! Veya senden bıkınca ona dönerse.. O zaman halin nice olur!?
Bana karşı oldukca insafsızsın.. Beni benden daha iyi anladığını düşünüyorsun..Bunu anlarım..ama aramıza girmeğe kalkma..!
Sormadım dedim ben sana..zamanı gelince anlatmasını bekleyeceğim.. Bir kaç ip ucu veren şiirlerini postaladı bana..Ne zamanadek bilemem..ama bekleyeceğim..ben herşeyimi açtım ona..beni olduğum gibi kabul edeceğini söyledi.. inanıyorum ona.. Sevgi inanarak kökleşir yüreğinde insanın..
Senin yüreğin yok ki..sadece beynin var!
Ya senin..!?
Ben yüreğimle düşünmeyi öğrendim..Belki çoğu kadınlar benim gibi olmayabilir..mesela o kadın! Seni satın almak da isteye bilir mi?
Neyimi satın alacakmış.. ipsizin sapsızın tekiyim!
Kapa çeneni..internetten çağrı göndermiş..konuşma saatimiz geldi..Konuşmaya doyamıyorum..İzlemeyi de bırak.. Uyu şimdi..!
Senden kopuncayadek tilki uykusuna yatacağım bil bunu!
Sen bilirsin..! Yeterki sus.. Aklım karışıyor..ikinize laf yetiştirmekten ..
Sustum!

.................

Martta yakınlaştık seninle..Bugün 27 Mayıs sevgili, yarım asır olmuş askerler sivil otoriteyi ele geçirileli..Şimdi de siviller rövanşını alıyor bu kısır döngünün..O zaman sen henüz doğmamıştın.. Ben ise çocuktum..sakalım bıyığım henüz terlemişti..Tahteravelli gibi.. Hiçbir şey değişmedi..oyun aynı.. Yazanlar aynı..Oyuncular maskelerini değiştirdi..Zaman daha da "kekeleşmekte"
Bari sen kekeleşme konuş..anlat bana kendini..seni tanımak istiyorum, senin kendini tanıtacağın kadarını bilmem yeterli ise eğer. Bu seni rahatlatıyorsa..
Bu gün 27 Mayıs sevgili..sana şiirler yazsam az..anlatamam sevdiğimi..kelimelerim kısır kalır..anlatamam menekşe gülüşlerinden uçuşan kelebekleri.. "Kelebek etkisi" derdin sen hep..işte öylesine..uzağım yakınlığım oldu..yalnızlığım çoğulluğum oldu seninle..
Oralaradek gelir miyim; nasıl gelirim bilmiyorum..
Buralaradek uçar mısın.. Nasıl kanatlanırsın.. Onu da bilmiyorum..
Ama, bu evren var oldukca biz ikimiz biryerde buluştuk; orada yaşamayı sürdüreceğiz..
Sesimiz kaybolmayacak..sarı yıldzdan akacak dünyamıza her mevsim..gül kurusu dudaklara konacak..
Soluğumuzun sıcaklığı yok olmayacak; ona, onu veren enerji varoldukca...
Kısa zamanda herşey yoluna girecek..umut etmek istiyorum..
Anlatılarını bekliyorum.. Gecikme..geç olmasın..
Yakında Rahmi bey adında bir doktorla görüşeceğiz..
Sana anlatacaklarım var..hep..
Seni sevdiğimi unutma..Hep....
Hiç...
....................

Buyrun şöyle oturun.. Istediğiniz gibi.. Kendinizi rahat hissedin önce.. Size fazla soru sormayacağım.. Kendinizi anlatmanızı istiyorum.. Anımsayabidiğiniz kadar gerilere gidin lutfen.. Anlatın.. Sesinizi kaydediyorum izninizle..Umarım bir mahzuru yoktur..Paltonuzu çıkarın.. isterseniz sırt üstü uzanın şu sedire..
Ne paltomu çıkarmak, nede sırtüstü yatmak istiyorum.. Böyle rahatım..
Kendimi bildim bileli beni gölge gibi takip ediyor..Ondan ayrılmak istiyorum.. Olmuyor..
Nasıl yardım edersiniz bilemiyorum.. Yoruldum sıkıldım..bıktım..Kendimi okumaya verdim..maaşımın yarısını kitaba ayırıyordum..şimdi de internetten çıkamıyorum.takıldım kaldım...
Ha.. Kim!? Hımm.. Anladım efendim.. Devam edin..
Her an arkanızdan birisinin sizi takip ettiği hissini düşünün.. His değil bu gerçeğini düşünün bir de.. Ensemde iki göz kocaman..Evlendim.. Rahat yüzü görmedim.. Ayrıldım.. Şimdi bir kadınla konuşuyorum çok uzakta.. Beni seviyor bende onu..Ama, bu bana engel oluyor..Ondan kurtulmak istiyorum.. Yardımınıza ihtiyacım var.. Hemde çok..!
GATA da tanıdığım uzman arkadaşım var.. Bu belki size pahallıya malolabilir.. Ama denemeye değer..Sizi sakinleştirmek için bir ilaç yazacağım..O konuşup sizi rahatsız edince kullanırsınız.. Günde dört taneden fazla almayın..Referans mektubunu sekreterimden alabilirsiniz..İyi günler diliyorum.. Geçmiş olsun!
Bu şekilde ayrılmanın psikolojik sorunlar yaratması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bana ne kadara mal olabilir..? Malum mahalle bekçiliğinden emekliyim..üç beş kuruşum var yastık altında..
Meraklanmayın hallederiz..Sekreterim size randevu verecek efendim.. GATA dan sonra tekrar görüşeceğiz mutlaka.. Emin olun! Tekrar iyi günler..sorun olursa beni cep telefonumdan da arayabilirsiniz..size her konuda yardımcı olacağım.. Merak etmeyin!
Teşekkürler.. Size de iyi günler..!

.................

Alo Şerfettin beyi bağlayın lutfen..Merhaba dostum GATA da havalar nasıl? Çok güzel..
Sana bir hastamı gönderiyorum.. Bekir Karakedi..Bugünedek rastlamadığım bir vak'a..nasıl anlatsam..bilemiyorum.. Sana yazdım elektronik postadan alırsın biraz sonra..Ama, tam piyangoluk.. ikimiz içinde..Medyayı bana bırak..Bütün kanallara haber edeceğim.. Yeterki bülbülü konuştursunlar...Tabii Sağlık bakanını da sen ayarla..Bomba gibi bir haber! Oskarlıksın sen azizim..Bu iş bitsin, seninle bir Paris yaparız..Öptüm dostum.. Leylayı da öp benim için..

.................

Rahmi bey GATA'ya havale etti..Profesör Şerafettin beye.. Neden anlamadım.. Ama, önce orayı gör dedi..aniden neşelendi..güldü..kavrayamadım.. Bu ilacı da sakinleşmem için verdi..Kapıdan çıkarken sekreteri resmimi çekti..kavrayamadım neden? Tebessüm de temeyi ihmat etmedi şıllık! Kamburuma taktılar.. neyse..
Gördün mü ne kadar kolaymış..senelerdir ihmal ettin.. Alladın pulladın salladın...
İlacı bırak içme.. Alışkanlık yapabilir..Şimdi ne yapacaksın..?
Bugün yarın GATA dan ararlar..oraya gideceğiz..
Yaşasın! Kurtulacağım artık senden..! Sen hazır mısın? Güveniyor musun Şerafettin beye? Hemen aramazlar..bekleyeceğiz..
Beklemek.. Beklemek..ölümü beklemek en kolay olanı..ne zaman nerede bilinmiyor..hoşgeldi sefalar götürdü..
Yaşamak varken ölümü anmak..çağırmak kapıya ezraili..daha çok erken..belki benim için..yarıda kalanlar için..yarımlıklardan sarkan şakaikler için..senin içinde geç değil..
Ben hep geç kaldım.geciktim, yetişemedim zamana..hızına erişemedim, ayak uyduramadım. Nal topladım hep..hiçliğe kavuşmak için..
............
Alo Şerafettin bey.. Tamam anladım.. Hemen çıkıyoruz çantam hazır..üçüncü katta buluşuruz..Medya mı dediniz.. Anlayamadım.. Peki..ben hazırım..siz uçak biletimi aldınız mı..tamam anladım..görüşmek üzere..
Ne uçağı.. Ne bileti.. Ne dolaplar çeviriyorsun söylesene.. Nereye uçuyorsun..ne planların var..anlat bana..nolur..
Meraklanma.. Anlatacağım..önce hastaneye gitmemiz gerek.. Bizi bekliyorlar..
Saklama, anlıyorum..hissediyorum.. Benden kurtulur kurtulmaz o kadına uçacaksın.. Kanada ya..Yolun açık olsun..seni tutan kim..!? Neden dolanıyorsun odanın içimde..neden duvardaki resmi indirdin..şaşkın ördek gibisin..Korkuyor musun hastaneden? Hadi söyle..!
Senelerim geçti bu evde.. Acı tatlı tüm anılar sinmiş duvarlara..annem ve babamın resmini aldım sadece..bir kat iç çamaşır..pijamalarım..terliğim..okuma gözlüğüm..radyom..o kadar..
Bilgisayarı kapatmayı unutma.. Sevgiline mesaj yolladın mı? Merak eder seni.. Biliyorsun seviyor.. Seni senden fazla..!!! Buzdolabını da kapat..bozuk biliyorsun su akıtıyor!
Dün gece yazdım kısaca.. Meraklanmasın deye..Blog sayfamı da yeniledim..hadi çıkıyoruz..eyvallah
Kaplumbağa gibisin..seviyorum bu halini..telaşlanman bile yavaş..ağır ağır ayrılmaların..acelesiz..geriye bakmıyor gibisin ama, aklın hep geçmişe takılı..Yılgın değilsin.. Nede yalıtılmış..yalın..salına salına gidişin bile umarsız..beklentisiz..ama belkemikli duruşun..
Sus artık.. Üzüyorsun beni..bu sokaklar..adımlarım kalacak geride yürünmemiş köşelerde..sokağın çocuklarının sancısı sinmiş parkelerde..sıvasız evlerin isli bacalarından tüteceğim bir gece vakti gene..savulun bekçi Bekir geliyor..!

..............

Neredeyiz? Söylesene Bekir! Kocaman bir fanusun içindeyiz sanki..seni yüzükoyun yatırmışlar..tepedeki adamlar- kadınlar da kim.. ? Kameralar..flaşlar..karşıdaki televizyon ekranında senin görüntün.. Üzerine tişört giydirmişler.. Başkan Adayımız..oklar.. Ve sen gülüyorsun.. Seçimlere aday mı kaydettiler seni..Başkan babamız Bekçi Bekir.. Slogana bak sen.. Bekir Bekir  uyumanın sırası mı şimdi..Karakedim uyan!
A aa.. Dünya televizyonları seni gösteriyor.. Papa Hazretleri de Bekçi Bekir' in ayrılmasına karşıymış.. Sadece Washington kerhen destekliyormuş senin Başkan adaylığını..Seçim afişleri.. Hep senin resmin muhalefetten mişsin.. "Müzmin Muhalif Bekçi Bekir" sloganına bak.. Beğendim.!. Göbeğin çok büyük çıkmış afişte..Bütün gece bilgisayarın karşısında oturursan böyle olur..Karakedim uyan!
Borsalar da senden bahsediyor baksana.. Tüm kumarhaneler,at yarışları durmuş senin ayrılman üzerine bahse girmiş milyonlar.. Asrın Olayı imişsin.. mişiz.. Benim haberim yok.. Uyan Karakedim.. Uyan.. Sırasımı sızmanın şimdi.. Ne içirdiler sana..!? Kolundaki iğne ne.. Serum veriyorlar sana..Çevremizdeki maskeli adamlar, kadınlar ne yapıyorlar öyle..?
Uyannn!
Sus bre kadın.. Kaç gecedir uyuyamıyordum sızmışım.. Yaptıkları iğnenin etkisi olmalı.. Ne güzel rüya görmeğe bile başlamıştım..sisler içinde..bembeyaz..
Oh içim rahatladı.. Konuş..Nolur anlat ne oluyor bize..!? Susacağım.. Sen, konuş demeden bir kelime bile etmeyeğim söz.. Yeterki anlat.. Merakımı gider..Bekir!
Önce Bekir Bekir deyip durma bu isimden öylesine bıktım ki..Sanki bekçi köpeğini çağrıştırıyor..Senden başlayayım.. Sen hep vardın benimle..senin adın "Hep" olsun ..tamam mı..? Ben hiçliklerde dolaştım, kendimi aradım ömrümce.. Benimkisi de "Hiç" olsun..
Hep'le Hiç in öyküsü bu..yarımlıklardan arta kalan..Senelerdir bu sır, ur gibi yapıştı sırtıma.. Kemirdi beni..anlatsaydım sağaltacaktım acılarımın en köklüsünü..suya atacaktım..asi bir nehre bırakacaktım..unutacaktım..anlatamazdım sana bunu..demek ki şimdi imiş sırası..
Yedinci kız çocuğunun doğduğu soğuk bir Cuma sabahı kambur müezzin Feyzullah efendi dalgın ve üzgün Yeni Camiye gidiyormuş..Kapının önünde kundağa sarılı bir erkek bebek bulmuş..göbeği dişle kesilmiş..Kundağın içinde anne ve babamızın resmi varmış..
"Bu bebek bana yüce Allahın lütfu" deye bağrına basmış..Süt anam önce kabul etmemiş emzirmeyi süt kardeşim Ayşe ile, sonra boyun eğmiş Feyzullah efendiye..Sen yavaş yavaş büyümeğe başlamıştın..Babalık farkına varınca..utanmayayım deye okula bile göndermemiş.. Hafız yapacakmış beni.."Okuyupta alim mi olacak mışım-mışız" Askere bile almadılar..babalık öğretti okuyup yazmayı..kitap kurdu oldum sonra da..Gece bekçiliğinden başka iş bulamadım.. Koca gocuğuma sarılıp yollara düşüyordum.. Sokak sokak..Sen büyüyordun..sessiz çığlıklarını duyuyordum..sadece evde ben yalnızken konuşuyordun benimle..seninle iyi anlaşıyorduk.. Ta ki sütkardeşim Ayşe' ile başgöz edilenedek..Onu hiç sevmedin..sevmen de gerekmiyordu..onunla senin aranda kaldım...
"Iki arada bir derede nasıl kalınırmış" çok iyi bilirim..
Babalık çok değerli bir insandı.. Vicdan sahibiydi..O ölünce, Ayşe den ayrıldım..
Sonrasını biliyorsun..!
Senin de sevmek sevilmek elbetteki hakkındı.. Ayrılmayı sen istedin..ben planladım.. Ama, böyle gürültü koparacaklarını tahmin etmemiştim..Medyayla yatan sersem tavuk gibi kalkıyor tüyleri yolunmuş..Mecburdum.. Böylesi bir ameliyat için.. Kanada ya uçabilmek için paraya ihtiyacım vardı biliyorsun!
Reklam şirketlerinin eline düşmenin ne demek olduğunu öğrendim.. Ama, artık geç..
Papa bizim ayrılmamızı istemiyormuş..! Tuhaf değil mi.. Muhalefet partisi de Başkan adaylığı listesinin başına geçirmiş bekçi Bekiri.."Müzmin Huhalif Bekçi Bekir" sloganı tutar mı bilmem ama..Dünya beni.. Yani bizi konuşuyormuş..günlerdir..
İzleme rekoru kırmışız.. Diziler havada kalmış..Savaşan askerler bile.. Üç günlüğüne bizi izlemek için silahlarını susturmuş.. En çok bu haberi beğendim..!
Hep..birazdan uyutacaklar sanırım..çok derin bir uykuya dalacağız..Umarım gözlerimiz açtığımızda ikimiz..!

Evet.. ikimiz bir daha birlikte olamayacağız..nolur biraz bende konuşayım..mı!?
Seni kıskandım..Ayşe den.. Kanadalı o kadından.. Ama herkesten.. Bunu farkediyordun..farketmemen imkansızdı..ben kalbimle görüyor.. Düşünüyor sesleniyordum sana..sen beynin ve mantığınla..
Kardeşimdin..! Tanıdığım, tenini, kokusunu hissettiğim tek erkek sendin!
Ayşe ile sevişirken ben ne hale geliyordum tahmin edebiliyor musun?
Eziliyordum.. Ufalanıyordum..sıfırlanıyordum! Onun eli senin yüzünde.. Vücudunda gezinirken.. Saçları.. O mavi gözleri..! Beni çılgına çeviriyordu!
Sen sırtını çevirip yatarken..o beni okşuyordu! Seviyordu!
Ben de ondan hoşlanıyordum..ellerim erişemiyordu..dudaklarım..yoktu..sesim kesilmişti..sadece yüreğim delice çarpıyordu!
Artık söyelemenin vakti geldi geçti belkide..
Sen, beni Ayşe'den kıskanıyordun! Onun bana olan sevgisini sezmiştin..
Ondan ayrılmanın gerçek sebebi de buydu!
Sen beni seviyordun!
Ben onun için senden ayrılmak istedim..
Ölünceyedek bir kambur.. Bir kene gibi sırtına yapışmaktan bıktım..
Anlıyor musun bıktım...!
Ben sadece bir erkek tanıdım.. O da sendin! Seni sevdim!

Sus sus artık konuşma..!
Azap veriyorsun! Beynim ufalanıyor.. Gözlerim kararıyor..kulaklarım çınlıyor...narkoz verdiler galiba..heryer bembeyaz.. Bir tunel var önümüzde..ben ve sen uçuyoruz..beyaz kelebekler gibi..
Hep.. Hep.. Yakala elimi...

Hiç..artık hiç ayrılmayacağız...!
Hiç...
....................

Haber merkezi:
Tüm dünyanın merak ve heyecanla izlediği üç gün üç gece süren başarılı operasyon neticesinde Veba Mahallesine kayıtlı Bekir Karakedi ikiye ayrılmıştır..Bekir Karakediye yapma kalp takılmıştır! Prof Dr Rahmi bey ve ekibinin konrolünde her türlü tıbbi müdahele yapılmasına rağmen yaşatılamamıştır..Prof Rahmi bey ikizinin kalbini takmamıza Bekir bey izin verseydi yaşatabilecektik..diye beyanatta bulunmuştur..
Her türlü gerekli bedensel araçlar takılan ikiz kardeşi bir tek cümle konuşabilmiştir..
" Edi bese" deye seslenen bu ikiz kardeşe allahtan rahmetler diliyoruz...

Bu "Hilkat Garibesi" siyamlı-ikizlerin kadavrası başta Paris, Londra, New York, Berlin ve Tokyo olmak üzere dünyanın sayılı müzelerinde sergilenecektir!
Bu gösterilerden elde edilecek gelirden bir miktar Veba mahallesinin ortasına bir KaraKedi büstü yapılmasına harcanacaktır..
"Buradan bir karakedi geçti".. Adlı Kedi büstünün yapım çalışmasına heykeltraş Mim Kemal tarafından başlanılmıştır!
Duyurulur!
...................
Yeşilbahçe Havalimanından duyurulur.. Sayın yolcularımız Kanada Vencouver'e uçacak Boing 736-2  uçağımız iki nolu girişte yolcularını içeriye almaktadır..Sayın Bekir Karakedi..lütfen acele uçaktaki yerinizi alınız.. Bu son anonsumuzdur..
Sayın Bekir Karekedi..
Hep geç mi kalırsınız
Hiç uçağa binmediniz mi!
..................
Alo.. Karakedim.. Nolur ses ver!
Bir haftadır yoksun ortalıkta..meraktan çatlayacağım..İnternete de girmemişsin.. Ne blogların tazelenmiş.. Nede sosyal paylaşım sitelerinde beğenilerin var!
Hasta mısın gene.. Üşüttün mü!?
Uçağı mı kaçırdın.. Bilmiyorum.. Sana neler oluyor böyle..
Dengesiz adamın tekisin! Kızıyorum sana..
Televizyonda bir haber programı izledim..adam tıpkı sana benziyordu!
"Hilkat garibesi" imiş..
Ne olacak şimdi! ?
"Ya hep yada hiç" der dururdun bana!
Hiç!


Volkan Kemal
16 Ocak 2013 Salı 19.23



Friday, June 27, 2014

YEŞİL KAPI - O' HENRY

Farzedin ki, akşam yemeğinden sonra, on dakikalık bir sigara molasında Broadway'den aşağı doğru yürürken, traji- komik bir oyunla, ciddi bir vodvil arasında seçim yaparken, aniden bir el kolunuzu tutuyor. Dönüp güzel bir kadının korkmuş gözlerine bakıyorsunuz, samur Rus kürkü ve pırlantalar içinde bir kadın. Elinize çok sıcak bir poğaça bastırıyor, küçük bir makas parıldıyor, paltonuzun ikinci düğmesi kopuyor, kadının tek kelime söylüyor "paralelogram!" ve korkuyla omzunun üstünden bakarak, kesen sokağa doğru hızla koşuyor.
Bu tam bir macera olurdu. Siz alır mıydınız? Hayır. Utanarak kızarır, sıkılarak poğaçayı yere atar ve kopan düğmenizi bulmak üzere yola devam ederdiniz. Ama saf serüvenci ruhunuz hala ölmemişse, böyle yapmazdınız.
Gerçek maceraperestlerden asla çok sayıda bulunmaz. Bunlar genellikle yeni icat edilmiş yöntemlerle çalışan iş adamlarıdır. İstedikleri şeyin peşinden giderler, (1)altın post, (2)kutsal kase, leydilerin aşkları, hazine, taç ve ün. Gerçek serüvenci bilinmeyen kaderiyle karşılaşmak üzere amaçsızcasına ve hesap kitap yapmadan yola çıkar. Bunun iyi bir örneği evine dönmeye karar veren (3)Prodigal Son'du.
Yarı serüvenciler ise cesur ve parlak kişilerdir ki bunlardan çok sayıda bulunur. Tarih, romanlar ve tarihi romanları zenginleştiren Haçlılardan, Palisades' e kadar. Fakat bunların hepsinin kazanacak bir ödülü, bir amacı, bileyecek baltası, koşacak bir yarışı, hamle yapacak bir kılıcı, ismini kazıyacak bir yer, halletmesi gereken bir sorunu, takacak bir tacı vardı. O yüzden onlar gerçek maceraperest değillerdi.
İkiz kardeşler olan Aşk ve Macera, büyük şehirde sürekli buna değecek talipleri ararlar. Bizler sokakları arşınlarken, onlar sinsi sinsi bizi dikizlerler ve oniki farklı kılıkla bize meydan okurlar. Neden olduğunu bilmeden hayalimizdeki resim galerisine ait bir portre bulmak üzere pencereden bakarız, sessiz bir sokaktaki, kepenkli, boş bir evden gelen acı dolu bir çığlık işitiriz, her zamanki kaldırım yerine, bir taksi şoförü bizi tuhaf bir kapının önüne bırakır, gülümseyerek bizi içeri çağırır, üzeri yazılı bir kağıt Talihin kafesinden ayaklarımızın dibine düşer, hızla gelip geçen kalabalıktaki yabancılarla birbirimize nefret, sevgi ve korku dolu bakışlar atarız, ani bir sağanak- şemsiyemiz bizi dolunayın kızkardeşiyle, yıldızların kuzeninden korur, her köşede bir mendil yere düşer, parmaklar şaklatılır, bakışlar üşüşür ve yitik, yalnız, çoşkulu, esrarengiz, tehlikeli serüvenin çeşit çeşit ipuçları parmaklarımızdan kayar. Fakat pek azımız bunların peşine düşüp, kovalarız. Ağır ol molla desinler diye sıkı sıkıya eğitilmişizdir. Geçer gideriz ve bir gün sıkıcı bir hayatın sonunda aşk dediğimiz şeyin bir ya da iki evlilik ile bir çekmecede saklanan saten bir rozet ve dırdır eden bir eşle hayat boyu süren bir kan davası olduğunu anlarız.
Rudolf Steiner gerçek bir maceraperestti. Umulmadık ve olağanüstü şeyler bulmak amacıyla yatak odasının dışına çıkmadığı akşamlar çok nadirdi. Hayatındaki en ilginç şey bundan sonraki dönemeçte neyin beklediğiydi, bazen kaderi zorlama isteği onu farklı yollara sürüklemişti. İki kez geceyi istasyonda geçirmişti, defalarca esnaf kılıklı üçkağıtçıların oyununa gelmişti, yağcılıklara kanmasının bedelini saati ve parasıyla ödemişti ama hiç azalmayan bir şevkle, macera listesindeki her şeye uzanmıştı.
Bir akşam Rudolf, şehrin eski mahallelerinden birindeki caddede geziniyordu, kaldırımlar iki tür kalabalıkla doluydu, evlerine gitmek için acele edenler ile binlerce aldatıcı mum ışığı altında tabldot yemek için dışarı gidenler.
Hoş görünümlü genç maceraperest, sakin ve dikkatle yürüyordu, gündüzleri piyano satan bir mağazada satıcıydı. Kravatı kravat iğnesi yerine topaz bir halkaya tutturulmuştu ve bir keresinde bir derginin editörüne hayatını ençok etkileyen kitabın Miss Libbey'in “Junie'nin Aşk Testi” olduğunu yazmıştı.
Yürüyüşü sırasında kaldırımdaki cam kutudan gelen bir diş takırtısı sesi önce (şüpheyle) dikkatini çekti. Kutu bir lokantanın önüne konmuştu fakat tekrar bakınca bitişik kapının üzerindeki ışıklı dişçi tabelası ortaya çıktı. Kırmızı işlemeli fantastik bir ceket, sarı pantolon, asker şapkası takmış izbandut gibi bir zenci, gelip geçenlere el ilanı dağıtıyordu.
Bu tür dişçi reklamları Rudolf için sıradandı, genellikle ilan dağıtıcısından ilan almadan yanından geçerdi fakat bu sefer Afrikalı elindeki kartı öyle ustalıkla bıraktı ki, kart başarılı bir uçuşla Rudolf'un eline kondu ve zenci gülümsedi.
Adam birkaç metre yürüdükten sonra karta ilgisiz ilgisiz baktı. Şaşırarak kartı ters çevirdi ve bu sefer ilgiyle baktı. Kartın bir yüzü boştu, diğer yüzündeyse mürekkeple “Yeşil Kapı” yazıyordu. Sonra Rudolf önünde üç basamak gördü, adamın biri geçerken zencinin verdiği kartı yere attı, Rudolf kartı aldı. Kartta dişçinin adı, adresi ve “porselen kaplama”, “köprü” gibi olağan işlemlerle, “ağrısız” operasyon sözü verilmişti.
Maceraperest piyano satıcısı köşede durdu ve düşündü. Sonra karşıya geçti, bir blok yürüdü, tekrar karşıya geçti ve tekrar yukarı giden kalabalığa karıştı. Zencinin yanından ikinci kez geçtiğinin farkına varmadan verdiği kartı aldı. On adım sonra kartı inceledi. İlk karttaki aynı el yazısıyla “Yeşil Kapı” yazıyordu. Gelen geçenler tarafından üç, beş kart yere atılmıştı. Yere düşen kartların yazısız tarafları üste gelmişti. Rudolf kartların öbür tarafını çevirdi. Hepsinde efsanevi diş muayenehanesinin adresi yazıyordu.
Periler Rudolf Steiner'i bir maceraya sürüklemek için nadiren iki kez dürterlerdi fakat iki kez dürtmüşlerdi ve arayış başlamıştı.
Rudolf yavaşça tıkırdayan diş kutusunun yanında duran iriyarı zencinin yanına gitti. Bu seferki geçişinde hiç kart almadı. Komik ve süslüpüslü kılığına rağmen, Etopyalı, doğal, vahşice bir asalet sergiledi, kartları kibarca birilerine uzattı, diğerlerinin kart almaları için taciz etmeden geçip gitmelerine izin verdi. Her yarım dakikada bir dolmuş kahyaları ya da operacılarınkine benzer, tiz, anlaşılmaz bir şeyler söylüyordu ve bu sefer elinde sadece kart tutmuyordu, Rudolf'a öyle geldi ki, kocaman, parlak siyah yüzü sanki soğuk bir küçümseme, aşağılama doluydu.
Bakışlar maceraperestimizi çekti, sessiz bir suçlamayla o bakışlarda kendisinin arandığını okudu. Karttaki yazılardaki esrar ne olursa olsun, zenci iki kez kendisini seçmişti ve şimdi macerayı, gizemi çözecek akıl ve cesaretten yoksun olduğu için onu lanetliyordu.
Rudolf, kalabalıktan sıyrılarak, onu bekleyen maceranın olduğu binayı incelemeye koyuldu, beş katlı bir apartmandı. Zemin katta bir lokanta vardı.
Şu anda kapalı olan birinci kat kürk ve şapkacıya benziyordu, yanıp sönün ampulleriyle ikinci kat dişçiydi, daha yukarı katlardaysa falcı, terziler, müzisyenler ve doktorların olduğunu söyleyen tabelalar vardı, daha üst katlarda ise perdeli pencerelerde duran beyaz süt şişelerinden ailelerin oturduğu belliydi.
İncelemesini bitiren Rudolf, evin taş basamaklarına tırmandı. Halı kaplı merdivenlerde iki kat çıktı, devam etti ve en üstte durdu. Koridor bir tanesi sağında ve uzakta, diğeri yakınında ve solda olmak üzere iki gaz lambasıyla loş bir şekilde aydınlatılmıştı ve loş ışıkta yeşil kapıyı gördü. Bir an tereddüt etti. Sonra kart dağıtan Afrikalının alaycı bakışları gözünün önüne geldi ve dosdoğru yeşil kapıya gidip, kapıyı vurdu.
Kapıyı tıklamadan önceki anlar gerçek maceranın nefes nefese soluğuyla geçmişti. Bu yeşil kapının ardına neler olmazdı ki? Kumar oynayan kumarbazlar, tuzaklar kuran kurnaz, usta serseriler, cesarete aşık güzellik, tehlike, ölüm, aşk, hayal kırıklığı, küçük düşme, bu cesur tıklayışın ardında hepsi olabilirdi.
İçeriden hafif bir ses geldi ve kapı yavaşça açıldı. Henüz yirmisinde bile olmayan bir kız kapıda duruyordu, yüzü bembeyazdı ve titriyordu. Eli kapının tokmağından kaydı ve geriye kaykıldı, Rudolf kızı tuttu ve duvara yaslanan bir kanepeye yatırdı. Kapıyı kapattı ve gaz lambasının ışığında odaya bir göz attı. Gördüğü tam bir yoksulluktu.
Kız baygın gibi yatıyordu. Rudolf kızın karnının altına koymak için fıçı gibi bir şey aradı ama yok, yok bu yöntem suda boğulanlar içindi. Şapkasıyla kıza yelpaze yaptı. İşe yaradı, şapkanın kenarı burnuna çarpınca kız gözlerini açtı. Ve genç adam hayalinde aradığı kızın resmiyle karşı karşıya geldi. Dürüst, yeşil gözler, küçük burun, sarmaşık yaprakları gibi büklüm büklüm kestane rengi saçlarla doğru yere ve harika serüvenlerinin ödülünü almaya geldiğini anladı.
Kız ona baktı ve gülümsedi.
Halsizce “bayıldım değil mi?” diye sordu. “Şeyy kim olsa bayılırdı,üç gündür yemek yemiyorum! Ve işte..”
Rudolf sıçrayarak ayağa kalktı ve “Himmel!” diye bağırdı. “Ben gelene kadar bekle”
Koşarak yeşil kapıdan çıktı ve merdivenlerden aşağı indi. Yirmi dakika sonra geri geldi. Kızın kapıyı açması için baş parmağıyla kapıyı vuruyordu, elleri, kolları marketten ve lokantadan aldığı yiyecek,içeceklerle doluydu. Hepsini masaya koydu, ekmek, tereyağı, soğuk et, kekler, tartlar, turşular, istiridye, kızarmış tavuk, bir şişe süt ve sıcak çay.
Rudolf “yemek yemeden durmak gülünç!” diye kızı payladı. “Bu tür iddiaların hepsini kafandan atmalısın,yemek hazır.” Kızın sandalyeye oturmasına yardım etti ve sordu: Çay fincanın var mı? Kız “Pencerenin yanındaki rafta” diye cevap verdi. Fincanla geri geldiğinde kızın kadınsı içgüdülerle ve parlayan gözleriyle kağıt paketleri açıp kocaman bir hıyar turşusuyla başladığını gördü. Gülerek turşuyu kızın elinden aldı ve süt doldurdu. “ önce bunu iç” diye emretti. “sonra biraz çay iç ve bir tavuk kanadı ye, eğer iyi olursan turşuyu yarın yersin, ve şimdi müsaade edersen ben de misafirin olayım, akşam yemeğimizi yiyelim”
Adam öteki sandalyeyi de aldı. Çay kızın gözlerinin parlamasını ve renginin yerine gelmesine yaradı. Kıtlıktan çıkmış vahşi bir hayvan gibi sevimli bir oburlukla yiyordu. Genç adamın varlığını ve yardımını gayet doğal buluyormuş gibiydi.Olanları küçümsüyor gibi değildi sadece büyük gerginlik altındaki biri olarak, suni nezaketi bırakıp, insani ve doğal davranıyordu. Yavaş yavaş gücü gelip, rahatlayınca, küçük hikayesini anlatmaya başladı. Binlerce benzer hikayeden biriydi. Azıcık bir ücretle çalışan bir tezgahtarken, dükkanın karını arttırmak için ücretlerde kesinti yapılmış, hastalanınca işi aksatmış, sonra işten çıkartılmış, umudunu kaybetmiş ve maceraperestimiz yeşil kapıyı çalmıştı.
Ama Rudolf için bu hikaye İlyada destanı ya da “Junior'un Aşk Testi” kadar büyüktü.
“Bunca şeye katlandığını düşünmek” diye bağırdı.
Kız vakur bir tavırla “ berbattı” dedi.
“Peki şehirde hiç akraban veya dostun yok mu?”
“Kimsem yok”
Bir an duraksadıktan sonra Rudolf “Ben de koca dünyada tek başımayım” dedi.
Kız “buna sevindim” deyince genç adam kızın kendi mahrumiyetini onaylamasından hoşnutluk hissetti.
Birden kızın göz kapakları ağırlaştı ve derin bir iç çekti.
“felaket uykum geldi ve çok iyiyim” dedi.
O zaman Rudolf ayağa kalktı, şapkasını giydi “size iyi geceler diliyorum, iyi bir uyku size iyi gelecektir”
Elini kıza uzattı, kız elini sıktı ve “iyi geceler” dedi. Ama gözleriyle dobra dobra, şiirsellikle ve zarifçe bir şey soruyordu. Adam da evap verdi.
“Ah, yarın nasıl olduğunuzu görmek için geleceğim, benden bu kadar kolay kurtulamazsınız”
Sonra o kapıdayken, kız sanki kapısını çalması, gelmesinden daha önemsizmiş gibi sordu “nasıl oldu da kapımı çaldın?”
Adam bir an kıza baktı, kartları hatırladı ve sonra ani bir kıskançlık sızısı hissetti. Ya kartları kendisi gibi maceraperest başkaları da aldıysa? Çabucak kızın gerçeği bilmemesi gerektiğine karar verdi. Kızın bu büyük acısıyla ilgili garip macerayı kız asla bilmemeliydi.
“Piyano akortçularımızdan biri bu apartmanda oturuyor, onun yerine yanlışlıkla senin kapını çaldım”
Yeşil kapı kapanmadan önce odada gördüğü son şey kızın gülümseyişiydi.
Merdivenlerin başında duraksadı ve şüpheyle baktı. Sonra koridorun sonuna kadar gitti, geri döndü, bir alt kata indi ve şaşırtıcı keşfine devam etti. Tüm kapılar yeşil boyalıydı.
Merak içinde kaldırıma geldi. Fantastik Afrikalı hala oradaydı. Rudolf elinde iki kartla adamla yüzleşti.
“Bu kartları bana niye verdin? Ne anlama geliyorlar?” diye sordu.
 Zenci tatlı tatlı sırıtarak, patronunun mesleğinin harika bir reklamını yaptı.
Sokağın aşağısını işaret ederek “ işte şurası bayım, fakat siz ilk perde için çok geç kalmak”
Adamın işaret ettiği yöne bakan Rudolf, tiyatronun parlak ışıklarını ve oyunun adını gördü: “Yeşil Kapı”
Zenci “ tiyatro şirketinin söylediğine göre birinci sınıf bir oyunmuş, dişçinin kartıyla birlikte onların da ilanını dağıtırsam bana bir dolar verecekler size dişçinin kartından vereyim mi?”
Oturduğu apartmanın köşesinde Rudolf bir bardak bira ve puro almak için durdu. Çıkışta düğmelerini ilikledi, şapkasını düzeltti ve elektrik lambasının altında şöyle dedi:
“yine de o kızla karşılaşmamın kaderin bir oyunu olduğuna inanıyorum”
Bu koşullar altında sonuç ne olursa olsun, Rudolf Steiner, Aşk ve Maceranın peşinden koşan gerçek bir maceraperestti.

YAZAN: O'HENRY
Çeviren: Müjde Dural
(1) Altın Post: Yunan mitolojisinde zenginlik ve ihtişamı temsil eden altından yapılmış koç postu.
(2) Kutsal Kase: Hz. İsa'nın çarmıhta ölmeden önce su içtiği kase.
(3) Prodigal Son: Hz. İsa'nın “İki Oğul veya Kayıp Oğul” olarak da bilinen dini hikayelerinden biri.

Saturday, June 21, 2014

Dünyanın merkezi

 
Nasreddin hocaya sormuşlar:
- Hoca efendi, dünyanın merkezi neresidir?
- İşte tam burasıdır!
Bunu derken eşeğinin ön ayağını bastığı yeri göstermiş.

Sonra aradan aylar, yıllar, yüzyıllar geçmiş. Günler geceleri, geceler günleri kovalamış. Güneş kah doğmuş kah batmış, dolanmış durmuş. Gel zaman git zaman, eşekler, katırlar, kervanlar, tüccarlar, ülkeden ülkeye taşıdıkları mallarla ve karşılığında taşıdıkları altınlarla hakikaten dünyanın merkezi olmuşlar. Deniz yolları, tren yolları, karayolları, şehirler, metropoller derken, önlerine gelen her şeyi silip süpürmüşler. Eski dünya gitmiş, eşeğin ayağını bastığı yerden yeni bir dünya doğmuş.
Bu dünya doğduğunda nur topu gibiymiş ama büyüdükçe ele avuca sığmaz olmuş. Görenler “bunda bir tuhaflık var” demişler. Sürekli şişmiş, şişmiş… Her yanından onlarca kolu, bacağı çıkmış, binlerce başlı bir canavara dönüşmüş. Bu canavar önce iki parçaya ayrılmış, sonra beş parçaya, sonunda yüz parça olmuş. Düşen canavarlar birbirini avlamaya başlamış. Zaman zaman yeni dünyalar da doğurmuşlar ama hepsini kendilerine benzetmişler.
Canavar büyüdükçe sinir sistemi gelişiyormuş. Hücreleri eskiden üç-beş komşu hücreyle bağlantılıymış, ama artık yüzlerce binlerce hücre bağ kurabilir hale gelmişler. Canavara kramplar girmeye başlamış. Ne olduğunu anlayamıyormuş. Sonra felçler başlamış. Hastalığından korkuya kapılmış. Sonunda bu canavar ölüm korkusundan başka şey düşünemez olmuş. Kendi hücrelerini yok etmeye çalışıyormuş, felç eden ve felç etmeyen hücreleri ayıklayacağım diye giderek diğer her şeyi unutmuş, aptallaşmış. Hücreleri koparmaya çalışmış, ama hücreler sürekli yeni bağlar kurmuşlar, kurmuşlar…
Bu öykünün devamı henüz yok.
Ya bugün dünyanın merkezi neresi?
13 Ocak 2013
***
Günümüz dünyasında en büyük dert yolunu bulabilmek. Bir yerlere ulaşmaya çalışırken nerede bulunduğumuzu bile çoğu kez şaşırıyoruz artık. Önüne koyduğun hedef bulunduğun yeri de değiştiriyor. Konumunu seni bulacak olanlar belirleyecek. Bir şeyleri bulmak için önce ‘elinle koymak’ gerekiyor. İşin kötüsü, kendimizi konumlandıramadığımız için diğer bütün nesne ve konumlardan da şüphe duyar olmuşuz. ‘Dünya’nın bir adım ötemize kadar yaklaşmasına karşılık, ayağını yere basabilmek herkesin ulaşamadığı bir ayrıcalığa dönüşmüş.
Yaptığımız tartışmalar bir şeylerin nerede nasıl bir araya geldiğinden ziyade, önemli bir şeylerin var olup olmadığına odaklanıyor artık. Hareket edemiyoruz, çünkü sürekli bir ‘zemin’ arayışındayız. Zeminleri de bir bulup bir yitiriyoruz çoğunlukla, bulduğumuz bir zemini alıp Anadolu yakasından alıp Avrupa yakasına kadar bile taşıyamıyoruz. Ev, Okul, Ofis gibi birbiriyle uzlaştırmaktan artık umudu kestiğimiz ‘dünyalar’ arasında çamaşır ipleri gibi gerilmiş duruyoruz. Yumaklar gibi dolanıp karışıyoruz, bazen çözülüp sonra yine karışıyoruz. Sonuç itibariyle çoğumuz bu kocaman yumağın bir köşesinde bir düğümle uğraşıyor. Peki ya yumağın kendisi? O da bir düğüm değil mi? Hangi düğüm içeride hangisi dışarıda kim bilebilir?
İlk ihtiyacımız, uğraştığımız düğümleri konumlandırmak için, bir masaya yayar gibi açıp bakabilmek. Bunun için koordinat eksenleri gerekiyor. Doğu-batı-kuzey-güney diye gerçek coğrafi yönleri de kullanabiliriz, yeni coğrafyalar, yeni dünyalar için yeni yönler de icat edebiliriz. Örneğin Güneş Sistemi’nin bir gezegeni olan Dünya, batıdan doğuya doğru kendi ekseni etrafında döner. İnternet sisteminde bulunan ‘sosyal medya’ dediğimiz dünyalar ise yukarıdan aşağıya doğru ‘zaman’ ekseni boyunca akarlar. Trenler ray üzerinde onu çeken lokomotifin çevrimiyle, kitaplar onu okuyan kişiyi çeken sayfaların çevrimiyle ilerler. Her dünya birbirinden farklıdır, ama bir dünyadaki genel hareketin yönünü adlandırabildiğimizde o dünyaya ayak basabilmişiz demektir.
Ülkelerden, şehirlerden, oralarda bulunan evlerimizden, okullarımızdan, gideceğimiz veya gitmeyeceğimiz binlerce yerden bahsedeceksek, önce onları taşıyan rayları ve onları çekip sürükleyen çevrimleri bulup gösterebilmemiz lazım. Bir uçta gözden kaybolanları, silinip yok olanları sayıp hayıflandığımız kadar, öbür uçtan gelip onların yerini dolduracak olanları da görüp gösterebilmeliyiz.
Bir zamanın umutlu insanları yer yerine göklere bakıyorduysa, yer yerinde dururken elmalar ve saksılar gökten düştüğündendi. Bugün ise ne yer yerinde duruyor, ne de gökten ne düşeceği belli. O zaman dünyalarımızı oluşturan yer ve göklerin yeni koordinatlarını tespit etmemiz gerekiyor.
Bir dünyayı yaratan, onun haritasını çıkaranlardır diyebiliriz. Artık dünyada olup bitenler karşısında şüpheci ve tavırsız halimizden sıyrılmak istiyoruz. Dünyaya veya dünyalara inanmak, onları bulabilmek, zemin alabilmek, ayak basabilmek istiyoruz. O zaman dünyanın veya dünyaların haritalarını çıkarmamız gerekiyor. İlk önce elimizle koyalım, sonra da elimizle koymuş gibi bulalım.
14 Şubat 2013
***
Gezi parkı, yeni bir dünyanın merkezi olarak belirlendi. Tam olarak nasıl oldu bilemiyoruz. Dünyasını yitirmiş yüzbinlerce insan bir gün gelip orayı merkez ilan ediverdi. Merkez seçilince yeni haritalar açıldı, iyi ve kötü nesneler işaretlendi. Parklardan başlayarak işaretlenen bu yeni dünya, bugünlerde sokaklarla, merdivenlerle giderek genişlemekte.
Tabi ki “barış” için çizilen ilk harita değil bu. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının ardından da birçok “barış” haritası çizilmişti. O günden bu güne çok sular aktı. Gerçi ne tarafa doğru aktıklarını ancak haritalarımızda işaretleyerek bulabileceğiz.

http://yersizseyler.wordpress.com/2013/09/18/dunyanin-merkezi/#more-1247