Thursday, June 19, 2014

Edebiyat Ve İntihar

edebiyat-ve-intihar-adem-eyup-yilmaz
Adem Eyüp Yılmaz, intihar eden yazar ve şairlerin kısa biyografilerini bir kitapta topladı. Stefan Zweig, Virginia Woolf, Mayakovski, Sadullah Paşa, Beşir Fuad, Nilgün Marmara gibi 55 ismin son mektup ve şiirleri, onları intihara götüren sebeplerin ipuçlarını veriyor. Edebiyatçıları intihara sürükleyen en büyük yıkım ise savaşlar.

“İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedikodudan unutmayın ki, merhum nefret ederdi. Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem), ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı.” Bu satırlar, 1930’da intihar eden Rus şair Mayakovski’nin ‘son mektubunda’ yer alıyordu. Oysa, kendisinden beş yıl önce, 1925’te intihar eden ‘devrimci’ arkadaşı Sergey Yesenin’in arkasından yazdığı uzun ağıtta “Şu yaşamda / en kolay iştir ölmek / Asıl güç olan / yepyeni bir yaşama başlamak” diyerek ‘intiharı’ sorguluyordu Mayakovski.

Ölmek ve yaşamak, ne eski ne de yeni… Ölümlerin en trajik olanı ise intihar. Hele intihar eden kişi hayata şiirler yazan şair, şarkılar besteleyen sanatçı ya da yeryüzünü betimleyen bir ressam ise durum daha da acıklıdır. Peki neden intihar eder sanatçılar? Kalemin, fırçanın ve notaların artık duygularını ifade etmekte yetersiz kaldığı ya da yaşayacakları tüm anlar tükendiği için mi? Veya inanç yetersizliğinden mi? Cevap ne olursa olsun, intihar normal ölümlerden daha çok acı verir geride kalanlara. İntihar eden, bir şair, ressam ya da sanatçı ise bu acı daha derin bir anlam kazanır.

Adem Eyüp Yılmaz, Selis Kitaplar tarafından yayımlanan ‘Edebiyat ve İntihar’ adlı eserinde, MÖ 580 yılından başlayarak günümüze kadar edebiyatçıların intiharını inceliyor. Heinrich Von Kleist, Vincent Van Gogh, Stefan Zweig, Virginia Woolf, Walter Benjamin, Marina İvanovna Tsvetayeva, Vladimir Vladimiroviç Mayakovski, Sergey Aleksandrovich Yesenin ve Cesare Pavese gibi dünya edebiyatının önemli isimlerinin yer aldığı kitapta Türk yazar ve şairlerine de yer veriliyor: Sadullah Paşa, Beşir Fuad, Şakir Efendi, Tokadizade Şekib, Halil Nihat Boztepe, Metin Akbaş, İlhami Çiçek, Soysal Ekinci, Nilgün Marmara, Hüseyin Alacatlı ve Yavuz Çetin… Bir de unutulanlar ya da kitaba giremeyenler var: Macar yazar Sandor Marai, Kanadalı edebiyat eleştirmeni Ken Adachi, Fransız Pierre Amzallag, Amerikalı Don Red Barry, Rex Beach, Johannes R. Becher, Herman Bing… Adı ‘Edebiyat ve İntihar’ olmasına rağmen kitapta 2001 yılında intihar eden gitarist Yavuz Çetin de yer alıyor. Eğer edebiyat dışından birileri de kitaba alınacak idiyse bu, sinema dünyasından olabilirdi. Çünkü dünya sineması bu konuda oldukça kalabalık bir ‘malzeme’ sunuyor. En ünlüleri 1962’de intihar eden Hollywood yıldızı Marliyn Monroe olmak üzere, dünya sinemasında 50’nin üzerinde oyuncu yaşamlarına kendi eliyle son vermiş. Belki yazara ikinci bir kitap başlığı olabalir: ‘Sinema ve İntihar’.

‘Edebiyat ve İntihar’da yazarların yaşam öyküsü, onları intihara sürükleyen nedenler, içinde bulundukları atmosfer ile ilgili bilgiler yetersiz. Bu nedenle okurun bu noktadaki merakını gidermekten uzak. Biyografilerin satır aralarında, yazarların birbirinden etkilenerek intihar edişleri ayrı bir dosya konusu olarak da incelenebilir. İntiharlarının çoğaldığı I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı sırasında ise yazarların savaşa karşı tavrı üzerinde durulmamış. Yılmaz, ‘sonsöz’ünde verdiği ‘iki dünya savaşına da tanıklık eden sanatçıların neredeyse organize sayılabilecek intiharları’nı daha da açarak bir dosya haline getirebilirdi. Yine, sevgilisiyle birlikte intihar eden Von Kleist’ın biyografisini yazan Stefan Zweig’ın, tıpkı Kleist gibi eşiyle birlikte intihar edişi de satır aralarında kalmamalıydı. Ölümünden yıllar önce, Kleist’ın biyografisini yazarken “Bazen ölmeyi beceren ve ölümden zamanı aşan bir şiir yaratabilen biri de bulunmalıdır.” diyen Zweig, acaba Kleist’ın etkisinde mi kalmıştı? Ya da Sylvia Plath’ın intiharını ‘Bitirme Tezi’ yapan Nilgün Marmara’nın intiharında, Plath’ın rolü neydi? Bu sorular hâlâ cevapsız.

Yaşamın son tanığı, intihar mektubu

İntiharlardan geriye kalan en trajik belge, şüphesiz bir intihar mektubudur. ‘Edebiyat ve İntihar’ kitabının en etkileyici bölümü ise yazar ve şairlerin intihar etmeden önce yazdıkları mektup ve şiirlerin yer aldığı sayfalar. Hazin bir sonun belgesi olarak kağıda düşen bu satırlar, sahibinin son hamlesinin de şahidi gibi. Tanzimat yazarlarının romantik eğilimlerini eleştiren ve pozitivist dünya görüşüyle tanınan Beşir Fuad, bileklerini kestikten sonra ölümüne kadar tuttuğu notlarda şunları yazıyor: “Kağıt dahi kanla mülemma… İntiharımı da fenne tatbik edeceğim; Şiryanlardan (atardamar) birinin geçtiği mahalde cildin altına klorit kokain şırınga edip buranın hissini iptal ettikten sonra orasını yarıp şiryanı keserek seyelan–ı dem (kanın akması) tevlidiyle (sebebiyle) terk–i hayat edeceğim. Ameliyatımı icra ettim. Hiçbir ağrı duymadım. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım…”

“İyi bir ölüm en güzel yaşamdır.” diyen şair Johann Christian Günthers’in mısralarından uzak; Rus şair Sergey Yesenin, intihar etmeden önce yazdığı son şiiri “Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm, / Ama pek öyle yeni sayılmaz yaşamak da.” dizelerine yakın bu ölümlerin hepsi. Bunalım, terk edilmişlik ve çaresizlik var bu intiharların arkasında. Ressam Van Gogh, göğsüne kurşun sıkmadan birkaç yıl önce yazdığı şu mektupta sanki intiharının işaretlerini vermiş: “… Yaşadığım korkunç bunalımı yenebilsem, kendi kendime yinelediğim, çevreden işittiğim ayıplamaları üstümden atabilsem, gerçek bir gelişmeye ulaştırabilecek fırsatı, gücü bulabilsem ve bulduğum yolda azimle ilerleyebilsem…”

Yine bunalımda olan ve daha önce de birkaç kez intihar girişiminde bulunan Virginia Woolf, Sussex’te, ceplerine taş doldurup Ouse ırmağına bırakıverdi kendini. Bütünüyle aklını yitirmekten, bütünüyle saplantıya dönüşen bu korkudan kurtuluşu ölümde bulan Virginia Woolf, kocasına bıraktığı mektupta “Senin yaşamını berbat etmeye devam edemem. Yapabileceğim en doğru şeyi yapıyorum..” diyordu.

Kitapta olmayan; ancak eksikliği hissedilen edebiyat eleştirmeni Ken Adachi’nin bıraktığı son mektup ise bir itirafın yanında ‘intihal’cilere karşı adeta bir manifesto niteliğindedir: “Yazılarımın birinde, belirli bir paragrafın gerçek yazarı ben değilim. Başka bir yazara ait 40 sözcüklük bir bölümü onursuzca çalmış ve bunun pek göze çarpmayacağını sanmıştım: Oysa özenli bir okurum, yaptığım çalıntıyı bana anımsattı. Dostlarım lütfen beni bağışlayın.”

19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa ve Almanya, intihar eden yazarlardan etkilenerek aynı yöntemle yaşamlarına son veren okurlarla çalkalandı. William Shakespeare’in eserlerindeki 50’den fazla intihar vakası da o dönemlerde intiharı tetikledi mi bilinmez; ancak son yıllarda Batı dünyasında yazar intiharlarına pek rastlanmıyor. Tabii, aynı şeyi Türkiye için söylemek pek mümkün değil. Türkiye’de çeşitli sebeplerle son 10 yıl içerisinde sekiz yazar ve şair intihar etti. 1994’te intihar eden şair Soysal Ekinci, şiirin ırmağında “düşsel bir yolcuydu.” Bir şairin ölümünden sonra yazdığı “Ritsos öldü / ve ben ağladım kendi dirime” dizeleriyle hayata uzak, ölüme yakın olduğunu haykırıyordu. Bu intiharlar arasında belki de en dramatiği Kaan Ince’ninkiydi. Şiirlerini kitaplaştırmak için geldiği İstanbul’da, bir otelin beşinci katında henüz 22 yaşında yaşamına kıydı. Son mektubunda “intihar edecekmiş gibi sıkarak, düşük boynuna asılı sonbaharı” diyen İnce’nin şiir kitapları ise ölümünden sonra basılabildi. Geçtiğimiz yıl intihar eden genç şair Hüseyin Alacatlı’nın kitabı da ölümünden sonra yayımlandı.

Adem Eyüp Yılmaz’ın hazırladığı ‘Edebiyat ve İntihar’ kitabı, –eksiklerine rağmen– edebiyat–intihar ilişkisini çeşitli bakımlardan ‘okuma’ imkanı sunuyor. Ve bir şeyi daha hatırlatıyor: Edebiyatçılar, hayatın en çok incittiği insanlar, daha çok da savaşların. Ne çare ki intihar hiçbir şeyi çözmüyor, aksine muazzam bir hayatın gülünü solduruyor ve bir acı yumağı bırakıyor geride.

Abdullah KILIÇ