Wednesday, June 4, 2014

Cellat Fuchs Kent Halkına Nasıl Karıştı? – Sevgi Soysal

Sevgi SoysalKentin ortasından kıvrıla kıvrıla kentin dışındaki sulara varan ırmak celladın evinin orda ikiye ayrılıyordu. Kentle ve ırmakla kesin bir sınırı vardı celladın evinin. Kentin bittiği yerdi bu ev. Kentin olabilecek en ırak noktası. 1400 yılından bu yana kent cellatlığım babadan oğula devreden Fuchs ailesi. Onlar kentin içinde oturmazlardı. Yasaktı bu. Kentin insanları arasına karışmaları da. Evlerinin önünden ırmağın bir kolu akardı. Celladın bahçesine girebilmek için ırmağın üstündeki özel köprüden geçmek gerekirdi. Kentin gözüpek çocukları bazen bu köprüye kadar sokulurlar, sonra celladın bıçağı boyunlarına değmişçesine kente kadar soluk almadan koşarlardı. Ortaçağdan 1900′lere kadar kaç çocuk bilir bu korkuyu. Yabancı cellat çocıık Manrm ıraktan seyretmenin ne olduğunu bilir. Fuchslar kızılsaçlıydılar. Ortaçağdan beri. Kızılsaçlılık bir şeytan işareti sayılırdı.
Hem şeytanla, cellatla ilişkili çocuklar. Kimselerle konuşmazlardı. Kimse onlara cevap vermezdi. Bunu gerektirecek bir durum olamazdı. Ailenin kadınları kent pazarına gidemezdi. Kimse onlara bir şey satmazdı. Yemek ihtiyaçlarım belediye karşılardı. Her gün bir at arabası gelir, bir şeyler bırakır giderdi. Arabacı nevaleyi köprü dibine birakır, dörtnala uzaklaşırdı ortadan. Kente vardığında doğru birahaneye koşar, korkunç ev halkı üstüne kendinin de inandığı hikayeler uydururdu. Kent kadınları haftalık çaylarında yüzleri kızararak onları konuşurlardı. Ailenin kızılsaçlılığı, akıttıkları kanın belirtisiydi. Bu kent, ortaçağdan bu yana idam seyretmeye bayılırdı. Çoluk çocuk güle eğlene, fındık fiştik yiyerek idamları seyrederdi. İdam edilene hakaretler savururlar, başı kesilirken alkışlarlardı. Çocuklar günlerce idamcılık oynardı arkadan. Köklü bir eğlentiydi bu. Ama soma, baş kesildikten sonra, kesilen başa özel bir sevgi duyulur, bu haksızlığı işleyen cellat lanetlenirdi. Cellat bütün bu haksız ölümlerin tek suçlusuydu. Bu neşeli ölümlerin. Kentin cadılarının, kiliseye, tanrıya karşı gelişlerin, kralın savaşlarından kaçanların, prense vergi ödemeyenlerin, ırz düşmanı papazların başını, bazen prenslerine ayaklanan halkın başım, bazen halkın dileğiyle prenslerinin başım hep bu aile kesti. O hem hüküm sürenlerin, hem başkaldıranların celladıydı. Hüküm sürenlerin ve başkaldıranların somut haksızlığıydı. Kesilen her baş için bir ağıt yakıldı. Bu ağıtta cellat düşmanca anıldı. Ta ortaçağdan bu yana. Yağmurlardan sonra, kent surunun ordan celladın evinin önünden kente varan ırmak kızıl akardı. Kent halkı o zaman bilirdi ki cellat yeni bir idama karar verdi. İdamlar belli mahkemelerden soma olurdu görünüşte, ama önce cellat şeytandan işaret alır almaz, idam edilecek zavallıya suç işletirdi. Doğaüstü güçleriyle. Kızılsaçlarıyla.
Joseph Fuchs uyandığında başı çok ağrıyordu. Atalarından kalan şarapları, mahzendeki şarapları yarılamıştı dün gece. Ortaçağdan bu yana ailenin imal ettiği şarapları. İnsanlarla görüşmek uzun bir hayat demektir. Fuchs ailesi zamanlarını, bu çok uzun zamanlarım değerlendirmeyi öğrenmişlerdi. Şarap yaparlardı. Kilim dokurlardı. Örgü örerlerdi. Gitar çalarlardı. Şiir yazar, şarkı söylerlerdi, dört sesli. Tavuk yetiştirirlerdi. Her güz evlerini onarırlardı. Her güz pancurları boyarlar, damı aktarırlar, evlerine yeni ek duvarlar örerler, kapılar yontarlar, marangozluk yaparlar, yaptıkları eşyaları cilalarlardı. Aralarında duvarlara resim yapanlar da çıkmıştı. Gözlerini göğe kaldırmış, kukuletalı başlıklar giymiş, kızılsaçlı adamların resimleri. Meyva resimleri. İsa’lar, Meryem analar, haçlar, kuzular, çayırlar, çobanlar, çiçek açmış şeftali ağaçları. Aileden biri, idam edilen ihtilalcilerden birinin resmini yapmıştı arkadan. Celladın soyunu etkilemiş tek idamın resmini. İnce boyunlu, kıvırcık uzun saçlı bir oğlan çocuk yüzü. Mavi gözler. Kuru, inatçı, öleceğini bilen, sonu bilen gözler. Joseph Fuchs bütün gece kadehini o resme kaldırdı durdu. Ortaçağdan atalarından miras kalan bıçağı mahzene kaldırmıştı. Ortaçağdan bugüne uzanan bir damar kopmuştu. Damardan oluk oluk kan akmıştı. Bütün o ölülerin kam, Joseph Fuchs onları unutmak için şarap içmişti. Artık özgürdü. Artık uzanan boyunları kesmek zorunda olmamak. Artık öldürmemek hakkına sahip olmak. Bu artık kızılsaçlı olmamak gibi bir şeydi.
Joseph Fuchs köprüyü geçti. Surun dibinden yürüyerek kente vardı. Önüne gelene günaydın diyordu. Bir şarkı söyler gibi, tutkusunu haykırır, aşkım açığa vurur gibi. Günaydın bay postacı. Günaydın bay gazeteci. Günaydın bay polis. Günaydın bay çöpçü. Kimse selamını almıyordu. Alışırlar. Bir adamı artık öldürmemesine alışmak, öldürmesine alışmaktan belki daha zor. Belediyenin merdivenlerinden çıktı. Günaydın bay boyacı. Bütün günaydınları merdivenlerin, hollerin gri boyası üstünde yapıştı kaldı. Kirle karışık. Odacı duvarların kirini siliyordu bezle. Fuchs’un günaydınlarım da sildi. Kirli bezi kovaya sıktı. Günaydınlar boğuldu kovada.
Fuchs birahaneye girdi. Kediler kaçıştılar. Kaçışmasalardı, vuracaktı tekmeyi. Belediyedeki memurun kıçına atamadığı tekmeyi. Belediyede çalışıyordum. Ortaçağdan bu yana ailem belediyede memurdu. Şimdi, biliyorsunuz kanun değişince, belediyede başka bir göreve atanmak istiyorum. Memur bakmamıştı yüzüne. Hep pencereden bakmıştı. Bir eliyle boynunu tutarak. Sonra, anlıyorum, demişti. Toplantıda bunlar hep görüşüldü. Fuchs düşünüyordu. Başka bir göreve, kent İçinde başka bir eve. Oğullarının öbür çocuklarla futbol oynaması. Haftada iki kez pazara gitmek: Memur yüzüne bakmamıştı, bir eliyle boynunu ovarak. Saygılı konuşmuştu. Anlıyorum bunları, yazılı” dilekçen komisyonda görüşüldü, biliyorsunuz halkın hizmetindedir belediye. Bir celladın bağışlayın hizmetinden halkın hoşlanmayacağım anlatmak güç de olsa anlayacağınızı umarız. Bu bakımdan size emekli maaşı bağlanmasına, surun yanındaki evde oturmakta devam etmenize… Ama evi istemiyordu, en çok evi. Kentin meydanında oturmak, parklarda oturmak, sinemalara gitmek istiyordu. Kalabalık bir iş yerinde çalışmak istiyordu. Bir gün bir geneleve gitmek.
O gün bütün gün gazetede görüp ilanların peşinde koştu. Kediler, kadınlar ve çocuklar; kaçtılar, kapıları çarptılar, ağladılar. Pencereler örtüldü, telefonlar cevap vermedi. Perdeler kapandı, ziller çalmadı. Fuchs meyhaneye vardığında beş yüzyıllık idamı bir günde gerçekleştirmiş gibiydi. Bira ve gûlaş ısmarladı. Hancının karısı sert sert baktı. Gulaşı kediye verdim. Ve sonra başka bir şey isteyip istemediğini sormadı. Fuchs tezgahın oraya gidip boş bir bardağa bira doldurdu, içti, doldurdu içti. Hancı kadın, müşteriler bir şey demediler. Ona bakmadılar. Bitmesini, idamın bitmesini, gitmesini beklediler öyle, idam bitti sonunda. Dışarı çıktı. Irmak boyunca yürüdü. Irmak boyunca müşterileriyle sevişen orospular paralarım bile almadan kaçtılar.
Müşteriler sövdüler. Gece kapılarını örttü. Ay saklandı. Bulutlar arkalarını döndü. Karanlık kaçışan orospuları, söven müşterileri sakladı. Onu almadı. Karanlık kapılarını kapadı Fuchs varmadan. Koşmaya başladı. Yeniden oynaması çocukların, kadınların gülümsemesi, yeniden mırlaması kedilerin, kapılarını yeniden açılması, birahanedekilerin yeniden sarhoş olması, şarkı söylemesi, orospuların müşterilerinin memnun etmesi, tek suçlunun Cellat olabilmesi için. Bu eski, bu ortaçağdan kalma, bu aşağılık ve o kadar güzel o kadar vazgeçilmez rahatlık için. Kentten kaçmaya başladı. Karanlığın çözülmesi, ayın görülmesi için, ansızın ırmağı buldu önünde. Irmak açtı kapılarını ama. Karanlık suların derinlikleri Fuchs’u içeri aldı. Orada, o çok hızlı geçen son anda Fuchs, artık öldürmemenin zor olduğunu anladı. Artık öldürmemekten vazgeçti. Ortaçağdan bu yana bildiği tek şeyi bırakmaktan. Tek suçlu olmamaktan. O son anda, elinde atalarından kalma kılıç, kentin bütün memurlarının, komisyon üyelerinin, karılarının, metreslerinin, çocuklarının kafasını kesti durdu, kesti durdu.
Karanlık kapılarını açtı. Ay göründü. Kıpkızıl akıyordu ırmak. Ay baktı ırmağa. Fuchs’un suçunun kentin kanıyla kardeşçe aktığım, Fuchs’un suçunun kentin kanma karıştığını gördü.