Sunday, June 23, 2013

Palavracı Sevgili (A Lickpenny Lover)




O' Henry
Dev mağazada 3.000 kız vardı, Massie de onlardan biriydi, 18 yaşındaydı ve erkek eldivenleri reyonunda tezgahtardı. Bu mağazada çalışırken, iki çeşit insan konusunda tecrübe kazanmıştı: eldivenlerini mağazalardan alan beyler ve başarısız erkekler için eldiven alan hanımlar...insan türü hakkındaki bu deneyiminin yanısıra, Massie başka şeyler de öğrenmişti, kalan 2.999 kızın beyan ettikleri görüşleri dinlemiş ve bunları bir kedininki gibi gizemli ve değişik beynine yerleştirmişti, belki de tabiat kıza akıl verenlerin pek fazla olmayacağını önceden görerek, ona güzellikle karışık bir hırçınlık vermişti, Allah vergisi sarışın, güzel bir kadındı, dükkanda tereyağlı kek yapan hanımlar kadar kendi halinde bir görünümü vardı, tezgahın arkasında dururdu ve eldiven için elinizin ölçüsüne bakmaya gelince, kızı sanki Yunan gençlik tanrıçası Hebe veya tanrıça Minevra sanırdınız..
Yönetici amir etrafta yokken, Massie tutti-frutti sakızlarından çiğnerdi, adamı görürse bir şey yokmuş gibi havalar bakar ve gülümserdi.. bu tam bir tezgahtar kız gülüşüydü, ve kalbiniz nasırlanarak güçlenmemiş ve Aşk tanrısı Cupid’in oyunlarına sempatiyle bakmıyorsanız, Massie’nin gülüşlerine kapılmamanızı tavsiye ederim. Amiriyse, koca burunlu, kızları süzen bir tefeciydi, elbette tüm mağaza amirleri böyle değildi, bir kaç gün önce gazetelerde 80 yaşında biriyle ilgili haberler çıkmıştı.
Bir gün, milyoner, ressam, gezgin, şair, Irvin Carter, mağazaya geldi, gelmeyi istememişti aslında, iş icabı gelmişti yani, annesi de o sırada bronz ve ‘tera cota’ heykellerine hayranlıkla bakıyordu..
Carter, eldivenlerini getirmeyi unutmuştu ve bir çift eldivene ihtiyacı vardı, eldiven satan tezgahtar kızlarla fingirdediği duyulmamıştı...kaderinin onu beklediği yere doğru ilerledi, üç, dört müşteri daha vardı, Massie, Carter’ı güney denizlerindeki buzdağlarının üzerine yansıyan güneş ışınları gibi parlayan hem soğuk, hem güzel ve sıcak mavi gözleriyle, soran bakışlarla karşıladı.
Ressam, milyoner vs. Irving Carter’ın aristokrat, soluk yüzünü ani bir sıcaklık kapladı...fakat bu sıcaklık utangaçlıktan değildi, entellektüelliğinden kaynaklanıyordu, hazır giyimden giyinen gençlerin diğer tezgahtar kızlarla kikirdeştiği kendi sınıfının altındaki bir ortamda bulunduğunu biliyordu, o sırada Aşk Tanrısı Eros, eldiven satan tezgahtar kıza bir iyilik yapmak istedi, artık milyoner adam onun için sıradan biriydi, o andan sonra artık milyoner beyefendi, tezgahın oradaki gençler hakkında daha mütevazi düşünüyordu ve gördüğü mükemmel yaratığa sahip olmak istiyordu.
Eldivenlerin parası ödendi ve paketlendikten sonra, Carter bir an durdu, Massie’nin yanağındaki gamzeler daha da çukurlaştı, Carter ilk defa uzman olmadığı bir durumla karşı karşıyaydı, bu kızla tanışmak için hiç şansı yoktu, vaktiyle tezgahtar kızlar hakkında duyduğu veya okuduğu şeyleri, onların alışkanlıklarını hatırlamaya çalıştı, nasıl olduysa onların tanışma kurallarına o kadar sıkı bağlı olmadıklarını hatırladı, kalbi çarpıyordu, ama yine de kendisine bir cesaret gelmişti..
Birkaç genel hoşbeş konudan sonra, kartvizitini tezgahın üzerine koydu.
·         Cüretimi bağışlayın ama, sizi tekrar görebilme zevkini bana bağışlar mısınız? İsmim kartta yazıyor, arkadaşınız olmak ayrıcalığına sahip olabilir miyim?

Massie, erkekleri tanıyordu, özellikle de eldiven alanları, duraksamadan adamın gözlerine net ve gülümseyerek baktı,
·         Tabii, olabilir, tanımadığım beylerle genellikle çıkmam ama ben tam bir hanımefendi sayılmam, beni tekrar ne zaman görmek istiyorsunuz?
·         Ne kadar çabuk olursa, eğer telefon etmeme izin verirseniz...

Massie, şarkı söyler gibi güldü, o, olmaz, kaldığım daireyi görseydiniz, üç odada beş kişi kalıyoruz, o odaya bir erkek arkadaşımı getirsem, annemin yüzünü görmek isterdim..
Carter,
·         O hale sizin için neresi müsaitse, orası olsun...

Massie, şeftali rengi yüzündeki parlak bir gülümseyişle,
·         Şeyy, sanırım Perşembe akşamı benim için uygun olur, akşam 7.30’da 48. Cadde ile 8. bulvarın köşesine gelin..yalnız saat 11.00’de evde olmam gerekir, annem 11’den sonra dışarıda kalmama asla izin vermez.

Carter nazikçe bu uyarıya uyacağını söyledi ve bronz bir Tanrıça Diana heykeli almak için kendisini bekleyen annesinin yanına gitti.
Küçük gözlü bir başka tezgahtar kız Massie’nin yanına geldi,
·         Büyük ikramiyeyi vurdun galiba?

Massie, havalı havalı, kartviziti yakasından içeri sokarken,
·         Beyefendi beni aramak için izin istedi.. dedi.
·         İzin mi? Valdorf’ta bir akşam yemeği ve sonra da arabasıyla tur atacak mısınız?
·         Ah, büyük bir balık ha? Sanmıyorum, sen her şeyi abartırsın, şu adam seni Çin lokantasına götürdü diye hep abartıyorsun..kartvizitte 5. Caddedeki bir yerin adresi var, ve akşam yemeğine gideceğimiz yerdeki garsonların fraklı olmadığına dair hayatıma bahse girerim...

Carter, annesiyle birlikte arabasına binip, süper marketten ayrılırken, kalbindeki sızıdan dudağını ısırıyordu, 29 yıldan sonra, ilk defa aşık olmuştu..kızı tanımıyordu, evinin küçücük bir oda mı, eşyalarla tıkabasa dolu bir yer mi olduğunu bilmiyordu, caddenin köşesi salonu, park yeri çalışma odası, bulvar da bahçesiydi..yine de nasıl olursa olsun, Carter için şahane döşenmiş bir evin hanımefendisi gibiydi...
İlk buluşmalarından iki hafta sonra, bir akşam üstü, kol kola, loş aydınlatılmış, küçük bir parka geldiler, ağaç altındaki bir kanepeye oturdular..
Kolunu ilk kez kıza doladı, kızın altın sarısı başını Carter’ın omuzuna yaslamıştı..
Massie, minnettar bir şekilde,
·         Bunu niye daha önce düşünmedin? diye sordu..
·         Massie, seni sevdiğimi biliyorsun, samimi olarak, senden benimle evlenmeni istiyorum, şimdiye kadar beni yeterince tanımış olmalısın, seni istiyorum, aramızdaki sosyal fark hiç umurumda değil...

Massie, kuşkuyla,
·         Ne farkı? diye sordu...
·         Şeyy, hiçbir fark yok, aptal insanların düşündüklerini saymazsak...sana lüks içinde bir hayat vermeye gücüm var, sosyal konumumu kimse tartışamaz bile, çok büyük bir işim var..

Massie,
·         Hep böyle söyler, böyle şakalar yaparlar, bence sen bir lokantada çalışıyorsun ya da at yarışlarıyla ilgileniyorsun, göründüğüm kadar saf değilim.. dedi..gülmeye başladı..
·         Sana istediğin her türlü kanıtı gösterebilirim, seni istiyorum Massie, seni ilk gördüğüm günden beri seviyorum...
·         Hep böyle yaparlar, ne zaman biriyle tanışsam, aynısın söyler..

Carter, lütfen böyle söyleme diye rica etti..
·         Bak hayatım, gözlerine baktığım andan beri, benim için bu dünyadaki tek kadın sen oldun...
·         Ah, şaka yapma, kimbilir daha önce kaç kıza bunları söylemişsindir?..

Ama Carter ısrarlıydı, tezgahtar kızın güzel göğsünün derinlerinde bir yerlerdeki, ince ruhuna, çarpan kalbine ulaşmıştı, adamın sözleri, kalbinin ince zırhını delmişti,
Carter’a anlayan bakışlarla baktı, serin yanağına bir sıcaklık yayıldı, Carter ondaki değişikliği sezdi ve fırsatı kaçırmadı:
·         Evlen benimle Massie, diye fısıldadı,
·         Bu çirkin şehirden daha güzellerine gidelim, işi, çalışmayı boşverelim, hayatımız uzun bir tatil olsun, seni nereye götüreceğimi biliyorum, daha önce de çok gittim, yazın hiç bitmediği bir kumsalı hayal et, dalgalar kıyıya vuruyor, insanlar çocuklar kadar mutlu, o kıyılara gideceğiz ve istediğimiz kadar kalacağız..bu uzak ülkelerin birinde güzel resimler, heykellerle dolu, kuleli saraylar var, şehrin caddeleri denizden...ve şeyler içinde geziyorsun..
·         Biliyorum gondollar...
Carter, evet diyerek, gülümsedi...
·         Ben de öyle düşünmüştüm..
·         Ve sonra, seninle seyahata çıkar, dünyada görmek istediğimiz ne varsa görürüz, Avrupa’dan sonra Hindistan’a gidip oradaki antik şehirleri gezeriz, fillere bineriz, Hindu’ların ve Brahman’ların muhteşem tapınaklarına ve Japon bahçelerine bakarız, ve İran’da atlı araba yarışları, deveyle yolculuklar...dünyadaki tüm ilginç şeyler...hoşuna gitmez miydi Massie?

Massie ayağa kalktı.
Soğuk bir şekilde,
·         Eve gitsem iyi olacak, geç oluyor ..dedi.

Carter dediğini yaptı, kızın değişken huylarına alışmıştı, onunla tartışmak faydasızdı, fakat kesin bir zafer kazandığını hissetti, kızı mitolojideki kanatlı peri Pysche’ye benzetiyordu, Aşk tanrısı Eros’un aşık olduğu kıza, Massie’nin ruhu da öyle yabaniydi...ama içindeki umutlar güçlüydü, kız ona kanatlarını açmıştı bir kere.
Ertesi gün büyük mağazada Massie’nin yakın arkadaşı, Lulu, tezgahın köşesinden aniden çıktı..
·         Kibar arkadaşınla işler yolunda mı?..

Massie, buklelerini düzeltirken, Ah, o mu? dedi..
·         Artık onunla işim yok, bil bakalım benden ne yapmamı istedi Lulu?.
·         Sahneye çıkmanı?...
·         Yok, ucuz bir palavracının teki! Güya onunla evlenip, balayı için Coney Adaları’na seyahata çıkacakmışız!..